Genç kalmak için artık Jüpiter'e yalvarmanıza gerek yok! Ovidius'tan (MÖ 43 - MS 18) güzellik tavsiyeleri...

TARİH

Demir Çağı Kadınları! Yaza Ovidius’la Işıldayarak Girin

Üç kıtaya hükmetmiş koskoca Roma İmparatorluğu’nu düşününce, küçücük BBC setlerinde bir şekilde dandikliği belli olan kostümlerini giymiş, strafor dekorların içinde ağdalı İngilizceleriyle mesai tamamlayan tiyatro emekçilerini gözünün önüne getiren muhtemelen yalnız ben değilimdir. Biraz bütün antik uygarlık tarihi, dersin hocası gelmediğinde içeri tekerlekler üzerinde taşınan televizyonda öğrencilere oynatılsın diye uydurulmuş gibi. Sanki o muazzam senato binalarında öğlen olunca kapılar kapanıyormuş, sütunların ardında memurlar çay içerlerken plebler damga bekleyen evraklarıyla dışarıda bekliyorlarmış, daha Vesta tapınağına imza almaya gideceklerini konuşuyorlarmış gibi. Hep böyle bir resmiyet olur Roma’da. İcat edilmiş olsa, millet birbirinin önünde düğmesini ilikleyecekmiş gibi gelir.

 

Tabii hep olduğu gibi, durum aslında tam da anlatıldığı gibi değil. Daha doğrusu böyle olmadığı durumlar ve zamanlar oluyor, özellikle de en istenmeyen ve beklenmeyen dönemlerde. Bruegel’in kalabalık resimlerinde mesela İsa askerlerin önüne katılmış, çarmıha gerilmeye götürülürken bir yerde olayla alâkasız, kavga eden, ayılan bayılan, köşede tuvaletini yapan insanlar olur. (Şiirinden utanmadan arakladığım W.H. Auden’a buradan kucak dolusu sevgiler.) İnsanlar önlerinde yaşanan (zamanı gelince resmileşecek) tarihle, beş yüz ya da bin küsür yıl sonra nasıl görünecekleriyle pek ilgilenmezler; yemeye içmeye, itişmeye, hamamlarda yıkanmaya, cilt bakımına devam ederler. Bu sonuncusu size bir acayip geldiyse, ki bana başta gelmişti, bu yazının konusu da aslında bu.

 

“Uzun senato oturumları sırasında beyaz togamda koyu renkli ter izleri oluyor. Kölelerime karşı mahçup olmaktan nasıl kurtulurum?” “Galya’nın kötü hava şartlarında sabah askerlerimin kafasını bana atan boyalı barbarlarla savaştığım, akşam esirleri çarmıha gerdiğim uzun günlerin sonunda cildimde gerilme hissediyorum.” “T bölgemde aşırı yağlanma ve devletin başında bir diktatör var.” “Otuz beş yaşındayım. Acaba kırışıklıklarım da Rubicon’u geçti mi?” İşte tarih meydana gelirken güzel gözükmeyi amaçlayan Romalılar da bu soruları soruyorken, imdatlarına Ovidius veya Büyük Plinius (ki güzellik tavsiyelerinin biraz zehirlice olduğu sonradan anlaşılıyor) gibileri yetişiyor.

 

Ovidius’tan (MÖ 43 – MS 18) güzellik tavsiyeleri okumak, ne bileyim, zamanında Abdülhak Hamit’in sosyete haberleri yazdığını öğrenmek gibi bir şey. (Böyle bir şey vardıysa yorumlarda biliyor gibi yapacağım.) Latince gibi modern insanın kulağına müthiş tumturaklı gelen bir dilde Batı edebiyatının köşetaşlarından Metamorfozlar‘ı yazmış, ilk Roma imparatoru Augustus tarafından Pontus’a sürülecek kadar sakıncalı bir siyasi hicivci olan Ovidius’un “Şimdi yüzlerinizi süslemenin, güzelliğinizi korumanın sanatını öğrenin hanımlar” (“discite quae faciem commendet cura, puellae / et quo sit vobis forma tuenda modo“) diye mahalle kuaförü samimiyetiyle lafa başladığını hayal etmek bir acayip. Ama bir yandan da sevimli de. Zaten insana başta bu sevimliliği yüzünden şüpheli geliyor ama Ovid büyük bir ciddiyetle ve neredeyse bir görev bilinciyle (Roma memur zihniyeti gene iş başında) bu işin altından kalkmış.

 

Medicamina Faciei Feminaee gibi görenin saygın bir tıp jurnali sanacağı bu epey kısa metin “Kadın Yüzü için Kozmetikler” anlamına geliyor ve ev imkânlarıyla kotarılabilecek bir dizi merhem ve balsam tarifi içeriyor. Kitapçıların “Yaşam/Güzellik” raflarında iki bin yıldır bulamayacağınız, piyasa değeri 120 sestertii olan bu metni biz 5Harfliler olarak ücretsiz olarak okurlara armağan ediyoruz. Üstelik ölçüler litreyle ve gramla değil, tutamla, kaşıkla.

 

 tumblr_mh54mjyxma1qgpi6ko1_1280

Pallas Athena’nın Güzellik Sırları:

Onu babanızın kafasından

fırlayarak şaşırtın — s. 76

 

§

 

MEDICAMINA FACIEI FEMINEÆ

“Kadın Yüzü için Kozmetikler”

 

Şimdi yüzlerinizi süslemenin, güzelliğinizi korumanın sanatını öğrenin hanımlar. Toprak işlendiği zaman kısır toprak yeşerir, kaba dikenler kaybolur. İşlenen toprak elmanın ekşiliğini yumuşatır, aşılı ağaç hem lezzetli, hem de görülmemiş meyveler verir. Sanat, her şeyi güzellikle bürür. Yüksek tavanlar altın yaldızla süslenir; kara toprağı üzerinde kurulan mermer mabetler saklar. Pirinçten kazanlarda koyun kürkleri defalarca purpura moruna boyanır, Hindistan’dan getirilen fildişi, günümüzün zevkine göre oyulur ve yontulur.

 

Belki o çok eski günlerde, ta Tatius’un saltanatı zamanında, Sabinli kadınlar kendilerini süslemektense atalarının toprağını süslemeyi tercih ederlerdi. O dönem, evin pancar suratlı hanımı yüksek taburesine sersem sepelek oturur, bütün gün bir oraya bir buraya dönerdi. Kızının çayırda otlattığı sürüleri ahıra götürür, karaçalı ve ince odunlar atarak ateşi kendi canlı tutardı. Ama sizin annelerinizin kızları onlardan daha sevimli ve naziktir. Sizler elbiselerinizi altın nakışla süslemeyi seviyorsunuz; kokulu saçlarınızı sayısız şekilde topluyorsunuz; parmaklarınıza pırıl pırıl yüzükler takıyorsunuz. Boynunuzu şarktan getirilen incilerle sarıyorsunuz, bu inciler öyle kocaman ki kulaklarınız ağırlığını zor taşıyor. Yine de kendinize gösterdiğiniz itina yüzünden size laf söylemek bize düşmez, zira bugün erkekler de giyim kuşamına olağanüstü dikkat ediyor. Erkekler kadınların kitabından bir sayfa koparmışlar, hanımlarsa lüks giyimde kocalarını geçmekte zorlanıyorlar.

 

O halde her kadın en iyi şekilde görünmeye çabalasın. Sevginin nasıl cazibesini yaydığının önemi yoktur. Kimse sadelikte zevkliyse kusur aramaz. Taşrada mahsur kalmasına rağmen, saçına başına dikkat eden kadınlar yok değildir. Athos* onları gözden de saklasa, onlar Athos için iyi giyinirler. Kendileri memnun olmak için süslenmekten bile hoşlanırlar; her genç kız, güzel olan tarafını öne çıkarmayı sever. Juno’nun kuşu (tavuskuşu—ç.n.), tüylerine iltifat edildiği zaman hayran olunsun diye kuyruğunu açar; belki aptaldır ama, güzelliğinden iftihar eder. İçimizde aşkı alevlendirmekte dış görünüş, değme büyücünün tılsımından daha tesirlidir. Siz şifalı otlara, farklı özsulardan mamul aşk iksirlerine güvenmeyin, kızışmış kısrağın cürufuna da ağzınızı sürmeyin. Yılanlar Marsilerin** efsunuyla ikiye ayrılmazlar; nehirler de geri akarak artık kaynağına dönmez. Temesa pirincine*** istediğiniz kadar vurun, ayı kimse dünyaya indiremez.

 

(*) Burada Yunan mitolojisindeki devi kastetmiyorsa, Aynoroz ya da Aynaroz olarak bildiğimiz yarımadayı ve özellikle de tepeyi (ama muhtemelen tümünü birden) söylüyor olmalı. Enteresan bir şekilde, 11. yy.’da Bizans imparatoru IX. Konstantin Monomakos’un emriyle Aynoroz’a kadın girmesi yasaklanmış. Bu yasak, 2003’te Avrupa Parlamentosu’nun kaldırmasına kadar da uygulanmış.—ç.n.

(**) Ovidius yazdığı sırada çoktan ortadan kaybolmuş bir İtalik kavim. Abruzzo’da Marruvium (bugünkü adıyla San Benedetto dei Marsi) bölgesinde yaşarlarmış.—ç.n.

(***) Yine Ovidius (ve biz) için antik bir kent (Tiren Denizi kıyısında, ya da Kıbrıs’ta.) Büyülü etkileri olduğuna inanılan pirinç madenleriyle ünlüymüş.—ç.n.

 

Sizin birinci derdiniz adabımuaşeret olmalı, canlarım. Bir kadın görgülüyse, mutlaka gözü üstüne çeker. Görgü sahibi olmak savaşın yarısı sayılır. Zaman güzelliğinizi yakıp yıkacak, o güzel yüzleriniz buruşacak. Bir gün aynaya baktığınız zaman üzüleceksiniz, yok olan güzelliğinize hayıflandıkça yüzünüz daha da buruşacak. Ama terbiye kendi başına bir erdemdir ve kalıcıdır; yılların getirdiği yükün altında kalmaz, onunla beslenen sevgi de ebediyen sürer.

 

Şimdi, güzel bir uyku çektikten, narin kol ve bacaklarınız dinlendikten sonra, gelin ve benden cildinize nasıl göz kamaştıran bir beyazlık katacağınızı öğrenin. Gemilerimizin Libya tarlalarından kıyılarımıza getirdiği arpanın sapıyla kabuğunu ayırın. Bir kilo soyulmuş arpayla eşit miktarda baklayı alın ve on adet yumurtada ıslatın. Karışımı açık havada kurutun, sonra tamamını sabırlı eşeğin döndürdüğü değirmen taşının altında çekin. Gürbüz alageyiğin başından düşen ilk boynuzları öğütün. Beş yemek kaşığını alın. Tamamını ince bir toz haline gelinceye kadar ezin ve öğütün, sonra derin bir elekten geçirin. On iki adet soyulmuş nergis soğanı ekleyin, tamamını mermer bir havanda bir güzel dövün. İçine üç yemek kaşığı sakız ve kavuzlu buğday, bunun dokuz misli de bal ekleyin. Bu merhemi yüzüne süren kadının yüzü, aynasından bile parlak olur.

 

Sonra çabucak acıbaklayla fasulyeyi fırında pişir. İkisinden de iki buçuk kilo alın, tamamını değirmende bir güzel öğütün. İçine üstübeç, güherçile puluyla süsen ekleyin, sonra bu karışımı genç ve kuvvetli biri bir güzel yoğursun. Hepsi bir güzel dövüldüğünde, üç yemek kaşığı yeterli. İçine yalıçapkının yuvasına harç olarak kullandığı köpüklü maddeyi de eklediniz mi, bu merhem her türlü sivilce ve kabarcıklara bulunmaz devadır. Ne kadar kullanılacağına gelince, ben iki eşit miktarda beş çay kaşığı tembih ediyorum. Bu merhemin kıvamını arttırmak ve sürmeyi kolaylaştırmak için, içine Attika peteklerinden bal ekleyin.

 

Akgünlük tanrıları sevindirip öfkelerini yatıştırsa da, yalnız sunaklarda kullanılmamalıdır. Akgünlükle güherçilenin karışımı siyah noktaları temizler. İkisinden de bir su bardağı alın. Bir ağacın kabuğundan bir yemek kaşığı zamk çıkarın, mürrüsafiden de bir küp ekleyin. Tamamını birlikte iyice dövüp elekten geçirin. Çıkan tozu balla karıştırın. Kimisi mürrüsafiye rezene eklenmesini tavsiye eder; iki buçuk çay kaşığı mürrüsafi ve bir çay kaşığı rezene yeterlidir. Bir avuç kuru gül yaprağı, biraz da nişadır ve akgünlük ekleyin. Arpa yağını dökün, nişadırla akgünlüğün ağırlığı gül yaprağınınkiyle eşit olsun. Bu merhemi birkaç defa sürdünüz mü, cildinizi pırıl pırıl yapar.

 

Bir keresinde, soğuk suya bıraktığı gelincikleri öğütüp yanaklarına süren bir kadın da görmüştüm.

 

§

 

Neyse, Ovidius’un tavsiye ettiği merhemleri gerçekten her derde deva mıdır, yoksa sahte diyetisyenlik gibi iki bin yıl önce bir sosyete tokatlama olayı mıydı, tam bilemiyorum. Zaten bu yazının hevesiyle kimse ev yapımı patlayıcılarda kullanılan bir madde olan potasyum nitratı (güherçile) almaya çalışmakla veya değirmende öğütmekle uğraşmaz. Yine de Tahtakale’de nergis soğanlarının yok sattığını gazetede okursam, ben bu yazıyı başarılı olmuş sayacağım.

 

 sezar

“Martın ortasında sakınıyorum,

ama güneşin yaşlandırıcı etkisinden!

Teşekkürler Ovid!” — Jül Sezar

.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YJane Vonnegut, Kurt Vonnegut’u Nasıl Yazar Yaptı?
Jane Vonnegut, Kurt Vonnegut’u Nasıl Yazar Yaptı?

Kurt Vonnegut'un çocukluk aşkı, ilk eşi Jane Cox'a yazdığı mektuplar, Jane'in hem hayatına hem de yazarlığına ne denli etki ettiğini ortaya koyuyor.

SANAT

YAndrew Solomon: İntihar, Bir Yalnızlık Suçu
Andrew Solomon: İntihar, Bir Yalnızlık Suçu

Medya intihar haberlerini verirken neredeyse istisnasız olarak bir “gerekçe” sunar ve insanın kendisini yok etmesinin mantıksızlığına bir mantık göstermeye çalışır.

SANAT

YKitap Kapağında Gerileme ve Çöküş Dönemi
Kitap Kapağında Gerileme ve Çöküş Dönemi

Kapak tasarımı gerçekten eften püften bir konu mu?

YAZI

YYaman Yalnızlık
Yaman Yalnızlık

“Kendi başıma yaşamayı öğrenemediğimi fark ettim. Öğrendiğim şey yol yordam oluşturmaktı; acım dinene kadar uzanmak, geçiştirmek, idare etmekti. Boğuluyor değildim, ama yüzmüyordum da. Kıyıdan çok uzakta sırt üstü suyun üzerine uzanmış, kurtarılmayı bekliyordum.”

Bir de bunlar var

Ayhan Işık Matematiği ya da “Öp Annenin Elini” (1964)
Atlı Kadın Kütüphaneciler
Çiko’nun Zor Anları

Pin It on Pinterest