Boşandıktan sonra ömrümün yarısından çoğunu geçirdiğim kocamın soyadını bırakıp yeniden babamın soyadına dönmek, ona alışmak zor oldu benim için. Bir süre, ikisini bir arada kullandım. Yeni duruma yumuşak bir geçiş yaparak hem kendimi hem de çevremi alıştırmaktı amacım.
Önceleri bu soyadı konusunu kafasına takmış feminist arkadaşları yadırgardım. “Ne saçmalık, nasılsa sonuç olarak kadın milleti bir erkeğin soyadını kullanıyor, baba ya da koca, ne fark eder ki!” derdim. Oysa haklılarmış, sorun bir erkeğin soyadını kullanmanın ötesinde, bir insanın alıştığı, kendini var ettiği bir kimlikten bir başka kimliğe geçmesi, sanki yaşama sıfırdan başlamak zorunda olması gibi bir şey. Evlenirkenki değişikliği o ölçüde yadırgamıyor da insan, boşandıktan sonraki zorunluluk yüreğine oturuyor. Boşanmanın da evlilik kadar doğal olduğunu aklıyla ne ölçüde benimsese de geleneksel değerlerden kendisini sıyırması, o ölçüde kolay olmuyor.
Bu karmaşık duygular içinde kimlik belgemi değiştirmeyi, kendi yarattığım gerekçelerle uzunca bir süre erteledim. Sonunda kimliğimi yitirince yenisini çıkartma zorunluluğu geldi dayattı ve olanlar oldu!
Kayıp kimliğimi, şimdi yeni olan eski soyadımla çıkarmak için önce muhtara gittim. Muhtardan kimlik örneğimi şimdi eski olan soyadımı söyleyerek istedim. Muhtardaki kaydım öyleydi çünkü. Mahkemeden aldığım boşanma kararını da evde unuttuğum için muhtarın kafasını karıştırmayayım diye düşündüm. Muhtar, vatandaşlık numaramı bilgisayarına girince “Sizin soyadınız öyle değil, böyleymiş!” dedi. Sesime olağan bir tını yüklemeye çalışarak “Aaa, evet boşandım ben!” dedim. Yanımda başka kimlik olup olmadığını sordu. Eski soyadlı ehliyetimi çıkarıp verdim. Muhtar uzun uzun düşündükten sonra babamın kayıtlarına göre bana bir kimlik örneği verdi.
Sonra nüfus müdürlüğüne gittim. Benimle ilgili bir kuşku mu duydu, yoksa bu âdetten midir bilmiyorum, memur, “Size şimdi bazı sorular soracağım.” dediğinde. “Sorsun n’olacak!” diye düşünmeye çalıştım ama kimliğimi kanıtlamak zorunda olmak hoşuma gitmedi. Aklım karıştı, gözlerim buğulandı biraz…
Neyse ki ilk soru kolaydı: Kaç kardeşsiniz?
İkincisinde hata yaptım: “Evliler mi?” sorusunu “Evet!” diye yanıtladım.” Meğer kardeşlerimden biri bekârmış! “Onlar boşanmıştı, yeniden evlendiler…” gibi açıklamalar yapmaya çalıştım. Memurun yüzünde alaylı bir ifade…
Üçüncü soruda çuvalladım: Anneannenizin adı?
Haydaa, neydi? Hatırlayamadım efendim!
Hiç de ipucu vermiyor…
Ya dedenizin? Annenizin babası?
Oldu mu şimdi? Onu hiç tanımadım ki ben! Ben daha doğmadan o ölmüş! Nerden bileyim?
Kadının yüzündeki ifade acımaya döndü.
Ben, kekeleyerek “Şey Halil’di galiba, Sultan Teyzemin torunlarından birinin adı, teyzem babasının adını vermiş torununa!” dedikten sonra kadının suratındaki ifadeden yine yanlış cevap verdiğimi anlayıp “Yok yok Rahmi’ydi, hatta ‘Kör Rahmi, ayıngacı Rahmi’ derlermiş!” dedim. Sonra “Rahmi galiba annemin babasının adıydı ama ayıngacı olan babamın babasıydı.” diyerek yanlışımı düzeltmeye çalışıp memurun kafasını iyice karıştırdım.
Kadının soruları da bitmek bilmiyordu:
Peki babaannenizin adı ne?
Konuştuklarımızı kimse duymasın diye soruları fısıltıyla yanıtlarken birden zihnim açıldı, yanıtımın doğru olduğundan emin, bağırmaya başladım: Eminee, Emineee, Etli Emineee!
Kadın acıdı halime, “Tamam bekleyin siz!” dedi. Beş dakika sonra verdiler kimliğimi, çıktım nüfus müdürlüğünden süklüm püklüm.
Kapıdan çıkınca başladım kendi kendime konuşmaya: Annemin adı Ayşe, babamınki Mehmet Şükrü; anneannem Havva, kocası Rahmi dedem; babaannem Etli Emine, kocası Süleyman dedem, Kör Süleyman, ayıngacı, yani tütün kaçakçısı…
Benim adım Gülsün,
Soyadım Kaya
İki oğlum var, adları Arkadaş ve Yaman.
Ana görsel: Hayv Kahraman