Bugün şehircilikle ilgili cebelleştiğimiz soruların ışığından 19. yüzyılda değişen İstanbul'a ve mimarlarına bakmak kafa açıcı.

SANAT

Batılılaşan İstanbul’un Ermeni Mimarları

 

Son birkaç senedir İstanbul’un değişimini, yeni binaları, restorasyon çalışmalarını ve restorasyon adı altında yapılmaya çalışılan ihya projelerini izliyoruz. Bunların bir kısmı haber olmayı başarmış, biri ülke çapında isyana ve insanların ölümüne sebep olmuş projeler; bir sürüsü de haberimiz dahi olmayan ancak mahallelerin çehresini geri dönülemez şekilde değiştiren yapılar. Mimarlık hayatlarımızı en ince ayrıntısına kadar deşiyor, şekillendiriyor. Nasıl yürüyeceğimizi, nereye ne kadar bakacağımızı, neyi hatırlayacağımızı belirliyor. Hani Ağaoğlu kendine ‘yaşam mimarı’ diyor ya, yalan değil…

 

Peki, İstanbul’u İstanbul yapan nedir? Ve çok değil, 20 sene sonra bu soruya verdiğimiz cevap ne kadar değişecek? Hayatlarımız, hareket alanlarımız nasıl şekillenecek? Bir süredir, merakla, endişe ve korkuyla kafamızda canlandırmaya çalışıyoruz. Cem Dinlenmiş’in bir öngörüsü vardı mesela: ‘XXI. yüzyıl Türk Eserleri’

 

istiklal komple AVM

 

 

Hatırlar mısınız 2007 senesinde sanal alemde Mimarlık Müzesi açılmıştı? Bu müzenin amacı Türk ve dünya mimarlık mirasını oluşturan, ulaşılabilir her türlü belge ve tanıklığın derlenmesi, sunulması, nice araştırmalara envanter oluşturması idi. Dijital teknolojinin sunduğu olanaklardan yararlanan şahane projelerden…

 

Mimarlık Müzesi’nin 2 ayda 1 değişen sanal sergilerinden sonuncusu Batılılaşan İstanbul’un Ermeni Mimarları özellikle 19. yüzyıl İstanbul’una odaklanıyor. İstanbul’u dönüştürmek, yeniye ayak uydurmak, ahenk kaygısı, tarihe tutunmak ve tüm bunları yaparken şehri katletmemek nasıl bir iş? Bu süreç nasıl olmalı? Bunlara kafa patlatıyoruz ya ne zamandır. Üstelik batılılaşma derdimizden bir gram eksilmedi, bilakis şimdi batılaşma tarihimizin de yüküyle daha sancılı, boğucu bir hal aldı. İşte bu sorularla cebelleşirken bir adım geriye atmak, İstanbul’un çehresinin değiştiği bir başka döneme bakmak oldukça ilginç. Sergi 19. yüzyıl ağırlıklı olmak üzere İstanbul’a mimari eserleriyle katkıda bulunan Ermeni mimarların işlerine odaklanıyor. O kadar çeşitli işler ki bunlar; Dolmabahçe Sarayı’ndan Süreyya Sineması’na, Belgrad Ormanı’nın içindeki Valide Bendi’nden II. Mahmud’un Türbesine, Akaretlerde’ki sıra evlerden, Ermeni Patrikhanesi’ne türlü türlü yapılar var.

 

dolmabahçe-sarayı-saltanat-kapısı_Nigoğos Balyan

Foto: Sibel Günak

 

Ihlamur Kasrı Nigoğos Balyan

Foto: Gökhan Tan

 

Valide Bendi Belgrad Ormanı

Foto: Gökhan Tan

 

beyazıt kulesi

Foto: Gökhan Tan, Kamil Yılmaz

 

 

Kendi dönemlerinde bu mimarların gözünden İstanbul’u düşünmek, ölçmek biçmek, inşa etmek nasıl bir şeydi? Özellikle Tanzimat ve Cumhuriyet dönemlerinin getirdiği yeniliklerin içerisinden değişim nasıl algılanıyordu ve geleceğe nasıl bir İstanbul bırakacaklardı? Ne tür kaygıları vardı? Bugün Ermeni bir mimarın cami yaptığını veya türbe yaptığını hayal etmeyi bırakın, şehrin ortasına burada gördüğümüz türden iddialı işler yapabileceklerini aklınız alıyor mu? Bu son iki sorunun cevapları diğer sorularla göbekten bağlı aslında.

 

 

II. Mahmud Türbesi Garabed Amira Balyan

Foto: Duygu Tozduman, Burak Gölge

 

II. Mahmud Türbesi Garabed Amira Balyan 2

Foto: Gökhan Tan

 

Sultanhamam İş Hanı Isdepan Hamamcıyan

Foto: Kamil Yılmaz, Hasan Kuruyazıcı

 

Akaretler Sarkis Balyan

Foto: Burak Kara

 

Surp Takavor Kilisesi_Mıgırdiç Carkyan

Foto: Kamil Yılmaz

 

 

Küratörü Hasan Kuruyazıcı’nın kaleminden serginin arka planına dair birkaç sözü burada paylaşalım:

 

 

Osmanlı Devleti’nde saray ve kamu binalarının inşaatını yönetmekle görevli Hassa Mimarları Ocağı’nın kadrosunda gayrimüslim mimarlar da bulunurdu. Bunlar arasında her dönemde Ermeni mimarların yer aldığı biliniyor. Ocağa küçük yaşta alınan gençler usta-çırak ilişkisi içinde yetişirdi. Yani Hassa Mimarları Ocağı bir çeşit mimarlık okulu gibi çalışırdı.

 

Kökleri 18. yüzyıla uzansa da, Osmanlı Devleti’nin hemen her konuda bilinçli ve kararlı bir biçimde Batı’ya yönelmesi, 19. yüzyılda, Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) fermanlarının ilanıyla oldu. Batı’dan gelen değişiklik rüzgârı her alanı olduğu gibi mimarlığı da etkiledi. Yönetim, hukuk, eğitim, sağlık, toplumsal yaşam gibi alanlardaki yenilikler, okul, hastane, postane, istasyon, apartman, iş hanı gibi yeni bina türlerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Osmanlı mimarisinin yabancısı olduğu bu binalarla, şehrin en azından bir bölümünün, fiziksel görünümü ciddi anlamda değişmeye başladı.

 

Bu arada, daha 1831’de, Hassa Mimarları Ocağı kapatılarak yerine devlet binalarının yapımını yürütmek üzere Ebniye-i Hassa Müdüriyeti kurulmuştu. Ama bu müdüriyetin görevleri arasında mimar yetiştirmek yoktu. Böylece 1883’te bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin çekirdeğini oluşturan Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi’nin eğitime başlamasına kadar, ülkede örgün bir mimarlık eğitimi olmadı.

 

Yeni tarz binaların bir bölümü, kendi ülkelerinin sefarethanelerini inşa etmeye gelen ve daha sonra İstanbul’da kalarak başka işler de alan yabancı (Avrupalı) mimarlar tarafından yapıldı. Balyan ailesi mimarları, zaten daha baştan beri sarayın inşaatlarını gerçekleştiriyordu. Yüzyılın ilk yarısından itibaren İstanbul’da padişahların yaptırdığı büyük camilerin hemen hepsi onların eseriydi. Giderek Levanten, Rum ve başka Ermeni mimarlar da kendi cemaatlerine ait kamusal ve özel binalar inşa etmeye başladı. Bunlar ya piyasadan yetişiyor, ya da Avrupa ülkelerindeki mimarlık okullarını bitiriyordu. 
Müslüman Osmanlı kesiminde ise mimarlık artık “tutulan” bir meslek olmaktan çıkmış görünüyordu. Sanayi-i Nefise Mektebi açıldıktan sonra da, Mimarlık Şubesi öğrencilerinin çoğunu, uzun süre Rum ve Ermeni gençleri oluşturdu. Osmanlı Modernleşmesi diye anılan ve bütün 19. yüzyıla yayılan Batılılaşma sürecinde, başta Balyanlar olmak üzere Ermeni mimarlar İstanbul’un fiziksel çehresinin değişmesinde çok büyük rol oynadı.

 

İstanbul gibi bir şehri yeni trend ve mimari kaygılara göre şekillendirmek ama bunu yaparken şehrin dokusunu bozmamak nasıl bir iş diye düşünürken bu fotoğraflara ve binalara bugünkü pozisyonumuzdan bakmak bana iyi bir kafa egzersizi gibi geldi.

 

Sergi için buraya, Mimarlık Müzesi içinse şuraya.

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YBir Kişi Daha Eksilmemek İçin
Bir Kişi Daha Eksilmemek İçin

Akşam 19:00'da Taksim Tünel'de buluşuyoruz!

MEYDAN

YÇitlerin Öte Yanı
Çitlerin Öte Yanı

Evlerinden, mahallelerinden, yaşamlarından edilenler için...

MEYDAN

YDile Gelmez “Bu Cehennem” Bizim
Dile Gelmez “Bu Cehennem” Bizim

Cumhurbaşkanının dilinin varmadığı bu iki sözcüği ta içimizde duyuyoruz biz.

KÜLTÜR

YÇöplükte Piknik, Müstehcen Peyzaj ve Ücretsiz Kanser Tedavisi
Çöplükte Piknik, Müstehcen Peyzaj ve Ücretsiz Kanser Tedavisi

Müstehcen olan artık ne çıplaklık ne de sıradan insanların cinselliği, bugün esas müstehcen olan hiçbir varlığın öznesi olamadığı bu peyzaj.

Bir de bunlar var

Ölüm Kadar Ciddi, Küfürlü bir Şaka: Renate Bertlmann
Sinemanın Gizli Akrabası: İğne İşi
Bu Hafta Ne Görmeli: Semiha Berksoy’un Gülümsemesi

Pin It on Pinterest