Dün sabah feministlerin sosyal medya hesaplarında, web sitelerinde ve e-mail gruplarında bir metin yayınlandı. Biraz uzunca. (Biraz mı?) Ama mühim. Konu bağzı siyasi çevrelerdeki özel, kişisel, duygusal, cinsel ilişkiler.
“Şimdi durup dururken nerden çıktı bu metin?” diye soranlar için, yazının içinde anlatılıyor zaten pek de durup dururkenlik bir iş olmadığı ama yine de bir “hadise” var öncesinde. Geçtiğimiz hafta bir kadın Facebook’ta sol çevrelerde tanınan, yazan, çizen, Gezi’den sonra daha bir popülerlik kazanan Foti Benlisoy isminde bir adamın özel ilişkilerindeki “kandırıkçılığını” deşifre etmişti. Bunu da politik bir eylem olarak yapmıştı. “Erkekliği” teşhir ediyordu bu Facebook iletisi. Benlisoy kadın(lar)la aralarında duygusal/cinsel yakınlaşma olup özel bir ilişki geliştikten “sonra” aslında uzun süreli bir ilişkisi olduğunu “itiraf edip”, bunu da sıkça tekrarladığı için Facebook iletisi Benlisoy’un siyasi kimliği/söylemleri ile özel ilişkilerindeki tavrı arasındaki çelişkiyi hedef alıyordu. Mesele sosyal medyada bir anda yayıldı ve maalesef çok can sıkıcı boyutlara da ulaştı. Irkçı yorumu da, mizojen yorumu da, transfobik yorumu da eksik olmadı. Ardından da Benlisoy da kendi Facebook hesabından bir özeleştiri yayınladı. “Duygusal-cinsel hayatımda ‘erkeklik’ konumundan yararlanarak birlikte olduğu kadınları bilinçli-bilinçsiz incittiği” için özür diledi. Üstelik mesajını da şöyle bir dilekle bitirdi: “Umarım bir gün bu tür konuları konuşabileceğimiz, kendimizi sorgulayabileceğimiz sağlıklı ve güvenilir politik mekanizmalarımız olur.”
Aşağıda okuyacağınız metnin geri planında böyle bir hadise yatmakla beraber mesele ne tek bir adam, ne de incitme/incinme, ne de “kandırıkçılık” deyip geçilebilecek bir şey.. Kadınlar uzun uzun anlatmışlar, sormuşlar, daha güzeli davet etmişler, “birlikte tartışalım” demişler. Geçen hafta sosyal medyadaki bağzı yorumların korkunçluğundan sonra, meseleyi doğru biçimde tartışmak için böyle bir metnin yazılmış olması gerçekten mühim. Buyrunuz efenim:
Başlarken…
Bu metin aracılığıyla bir çağrı yapmak istiyoruz. Birlikte düşünmeye, fikir üretmeye ve tartışmaya çağrı! Bizim metnimiz aklımızdaki soruları ortaya dökmenin ilk adımı olsun, isteyenler de bu tartışmaya kendi metinleriyle katılsınlar ve birlikte bir tartışma inşa edelim istiyoruz. Çünkü konu çok çetrefilli!
Konumuz “özel”, kişisel, duygusal, cinsel ilişkiler. Üstelik bunların belirli bir siyasi çevre içinde olanları! Pek çoğumuzun, geçtiğimiz günlerde sosyal medyadaki bir “erkeklik” ifşası ve ardından gelen özür/özeleştiri vesilesiyle haberdar olduğu bu tartışma, aslında uzun zamandır “biz bize” yürüyen, devam eden bir tartışma. (Bu “biz bize” halini birazdan açacağız.) Meselenin gündeme geliş biçimi sol çevrelerde yazıp çizdikleriyle tanınan bir erkeğin ismi üzerinden olsa da, bu münferit ya da tekil bir olay değil. Yani tek bir erkek tarafından ya da tek bir kez yapılıvermiş bir olay değil. Bu son olayda sosyal medya üzerinden adı ve yaptıkları kamusallaştırılan erkeğin aynı davranış biçimini çok sayıda ilişkide sergilemiş olmasına karşın ancak ifşa ve teşhirden sonra “hatasını anlamış olması” ve kamusal özründe/özeleştirisinde belirli bir siyasi çevre içinde bu meseleleri tartışmanın güvenilir politik mekanizmalarının geliştirilmesini dilemiş olması, ilişkiler üzerine bu tartışmayı kamusal olarak başlatmak için iyi bir “fırsat” oldu. Bu “fırsatla” ilgili bir özeleştiriyle başlayalım öyleyse.
Bizler bu son ifşa/teşhirle gündeme gelene benzer hikâyelerin onlarcasını duymuş, tanık olmuş ya da birebir deneyimlemiş kadınlar olarak bugüne kadar farklı platformlarda yan yana geldiğimiz ve siyaseten dirsek teması içindeki çevrelerde bulunduğumuz erkeklerin cinsel ve duygusal ilişkilerdeki sömürü ve şiddet biçimlerini tartışmanın, kamusallaştırmanın, buna karşı tavır ve politika geliştirmenin uygun zeminini yeterince oluşturamadık. Her ne kadar erkeklerin taciz ve şiddeti, feminist hareket sayesinde yıllardır görünürleştirilmişse de, herhangi bir tanıma kolay sığdırılamayacak ilişkilerdeki kimi erkeklik biçimlerini politikleştirmekte ve açık etmekte yetersiz kaldık. Çünkü…
Çünkü’sü zor. Çok zor. Çünkü kişisel ilişkiler söz konusuydu. Kişisel olan politikti, buna şüphemiz yoktu. Ama bir şeyin politik olmasıyla politikasını yapmak arasındaki ayrım nerde başlıyor, nerde bitiyordu? Özel/duygusal/cinsel ilişkilerde, kandırılmış ya da aldatılmış taraf olmak kadar, kandıran ya da aldatan taraf da olunabiliyordu. O zaman bunun erkeklikle ve kadınlıkla ilgisi neydi? Kadınları bu ilişkilerin hep mağdur taraflarıymış gibi pasifleştirip edilginleştiremezdik. Cinselliği erkeklerin “aldığı”, kadınların “kullanıldığı” bir denklem olarak kuramazdık. Bunlar böyle değildi. Böyle olmadığını iyi biliyorduk. Hem bazı adamlar berbat adamlarsa, onların berbat olmaları kimi niye ilgilendirsindi? Yani yaşanan “kişisel” deneyimin içindeki -şu ya da bu adamın karakterini aşan- “toplumsallık” boyutu neydi?
İlk etapta akla gelen bütün bu sorular bizler için iki temel sebepten biçim değiştiriyordu. Birincisi, aynı adamların, aynı çevrelerden adamların benzer hikâyelerini sayısız kere duyuyor, bunun basit bir dürüst olmama sorunu olmadığını, kendi aralarında belli bir duygusal/cinsel ilişki “modeli” geliştirdiklerini görüyoruz. Bu model, aynı anda birden fazla kadınla beraber olmaya, ama kadınlardan birinin ya da bazılarının bu “çok eşli” durumdan haberdar olmamalarına dayanıyor. Genelde “3. kişi” olarak tanımlanan kadının durumdan haberdar olması ise sadece adamın arzu zamanlarına göre belirleniyor. Yani adamlar canları ne zaman isterse o zaman başka ilişkilerinin de olduğunu açıklıyorlar. Ya da bu çok eşlilik kendiliğinden ortaya çıktığında/kadınlar tarafından ortaya çıkarıldığında, büyük dramlar -monogaminin özel mülkiyetle ilişkisi üzerine adamların uzun nutuklarıyla eş zamanlı olarak- sahneleniyor, hemen ardından aynı model yeniden tekrarlanıyor.
Yukarıdaki “zorluklara” başka bir açıdan bakıp, meselenin politikayla ilişkisini kurmamızı sağlayan ikinci ve en önemli neden ise şu: bu adamlar bulundukları siyasi çevrelerde feminizm üzerinden, erkek egemenliğine karşı mücadele üzerinden, kadın hareketinin inançlı destekçileri olmak üzerinden “ekmek yiyorlar”. Sözünü ettiğimiz adamlar yeni nesil telefon modeli gibi bir anda piyasaya sürülmediler elbette. Geçmişin sol/devrimci/demokrat siyaset çevrelerinden bilgi/deneyim/bakış açısı devraldıkları gibi ilişki biçimlerini de devraldılar. Ama bugünkü durumun eskilerden en büyük farkı ironik bir biçimde feminizmin tarihi başarısından kaynaklanıyor. Hemen hemen her türlü muhalif çevrede erkeklerin feminizmden, feminist mücadeleden, kadınların mücadelesinden dem vurmaları siyasi “reyting” getiriyor artık. Erkek egemenliğinin “sofistike” halleri işaret etmesi zor bir zeminde kök saldığında, yöneltilen her eleştiri için “feminist mücadeleye inanan erkek olmak” pozisyonu, cepte tutulan hazır cevaplarla çoğunluğun gözünde aklanıyor.
Meseleyi neden bir adamın özel ilişkide bir kadını “aldatması”, kandırması olarak gör(e)mediğimizi ve tartışmanın politik zeminini oluşturmaya çalıştığımızı bu “reyting” durumu da açıklıyordur diye umuyoruz. Şöyle düşünün: Kadınların haberdar edilmediği bir “çok eşliliği” –üstelik teorize de ederek- bir ilişki modeli haline getirip yıllardır uygulayan/tekrarlayan bu adamlardan bazılarının erkek egemenliğine karşı mücadelenin neden devrimci mücadeleye içkin olduğuyla ilgili yazılarını okuyorsunuz her yerde. Başka birini bir panelde, mesela Gezi üzerine bir panel olsun, Gezi’deki kadınların sayısal çoğunluğunun ne kadar umut verici olduğu hakkında konuşurken buluyorsunuz. Bir başkası Kürt kadın hareketine övgüler düzüp, Kürt hareketini Kürt hareketi yapanın aslında kadınların mücadelesi olduğundan dem vuruyor o sırada. Ortak ya da dirsek teması halindeki siyasi çevrelerde bulunuyorsunuz. Sokaklarda, eylemlerde, panel ve etkinliklerde karşılaşıyorsunuz. Ve bu adamların her biri kadınların mücadelesine verdikleri kamusal destekle alkışları toplayıp, siyasi reytinglerini arttırıp, şef/ideolog/kanaat önderi/büyük akademisyen maratonlarına hız kesmeden devam ediyorlar. Belki de ideal olan, kişisel ilişkileri ile siyasi söylemleri arasında böyle büyük çelişkiler bulunan adamlara prim vermemek ya da ciddiye almamak. Ama ideal bir dünyada yaşamıyoruz!
Elbette kamusal olarak feminizm savunucusu olan adamların erkeklikten arınmış oldukları gibi bir önkabulle başlamıyoruz. Burada meselemiz, bu özel ilişki modellerinin ortak muhalefet alanlarında, kolektif olarak üretiliyor/paylaşılıyor/çoğaltılıyor olması; bu ortak politika yapma alanlarında bir erkeğin eyleyen, diğerinin gizleyen/destekleyen, bir diğerinin öğrenen olması; sonuç olarak ortaya tekrarlanan, paylaşılan ve yaygınlaşan bir “model”in çıkması.
Bu adamların “özel” ilişkilerinde aynı modeli tekrarlayıp durduklarını kim biliyor, kim konuşuyor, kim sorunsallaştırıyor peki? Kadınlar kendi “kişisel” deneyimlerini paylaştıkça bir “model”le karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkmaya başlıyor. Birbirlerini tanıyan kadınların arasında bilinip konuşulabiliyor bu mesele. Bu adamlarla birlikte politika yapmaya devam eden ya da sözlerine, eylemlerine kıymet veren pek çok kadın/kişi ise bu “özel” ama yaygın deneyimden bihaber olmaya devam ediyor. Eyleyen, gizleyen, onaylayan erkekler arasında dayanışma ile sürüp gidiyor bu ilişkiler. Yani toplumun her noktasında karşımıza çıkan erkeklik dayanışması bu dar ve çok siyasi alanda da aynı biçimiyle devam ediyor.
Dahası, kadınlar tekil olarak bu modele, bu davranış biçimine, söylem ve deneyim arasındaki bu büyük çelişkiye karşı çıktıklarında yine aynı erkeklik dayanışmasıyla karşı karşıya kalıyorlar. Konunun “özel” olduğu ısrarıyla meseleyi hiç sorunsallaştırmadan/politikleştirmeden kimi “özel” çözümler geliştiriliyor. Üstü örtülüyor. Veya ses çıkaran kadınlar ortamdan dışlanıyor. Bazı kadınlar sessiz kalmaya itiliyorlar, bazı kadınlar ise ne bireysel ne de politik ahlaklarına güvendikleri bu adamlarla selamı sabahı kesip, üstelik ortak politik alanlardan da “çekilmek” zorunda kalıyorlar. Dolayısıyla evet, ahlakın özgürlüğe, yani politikaya doğrudan etki ettiği bir durum yaşıyoruz.
İşte bu çetrefilli meselenin politikasını üretebilmenin hem zorluğu hem de zorunluluğu bunlardan kaynaklanıyor. Bu adamlar kadınlara davranış modellerini değiştirirler ya da değiştirmezler, “onların bileceği iş” diyebiliriz, “ahlaki bir mesele” diyebiliriz. Peki o zaman bu adamların domine ettiği siyasi oluşum ve çevrelerle ilişkilerimiz nasıl olacak? Onlarla yan yana gelmemek için karma siyaset yapılarından, mesela kent hareketiyle ilgili bir oluşumdan, bir sinema salonunu kurtarmak için kurulan platformdan, dayanışma ağlarından, karma örgüt ve partilerden geri çekilmeye devam mı edeceğiz? Geri çekilmeyip bu adamlarla neden birlikte politika yapmak istemediğimizi açıklamanın “dedikodu” dışındaki yöntemlerini nasıl oluşturacağız?
Mesela yan yana politika yapmak durumunda olduğumuz bu çok devrimci adamlardan biri, yaşanan özel ilişki ve o ilişkideki sömürüyle ilgili “evet, yanlış yaptım ama bu yüzden ortamlardan çekilmeyeceğim, alış buna, her yerdeyim” dediğinde, başka biri ifşa edilme korkusuyla “beni rezil edersin ama kendini daha rezil edersin” deyip göz korkuttuğunda ne yapmalıyız? Ya da kendisi “gizli” çok eşli yaşayan çok devrimci bir erkek avukat, karşısındaki kadınlardan birinin çok eşli olması ihtimalinde bile “ağız burun dağıtma” mesajları yolladığında hangi yönteme başvurmalıyız? Sessizce her panelde, basın açıklamasında, eylemde, dergide, internet sayfasında verdiği devrimci demeçlerini okumaya/izlemeye devam mı etmeliyiz? Ya da boşverip geçmeli miyiz?
Görüldüğü gibi o isim/bu adam meselesi değil bizim meselemiz. Solcu, sosyalist, devrimci, Kürt hareketinden ya da anarşist erkeklerle zaman zaman ortak ya da dirsek teması içindeki siyasi çevrelerde bulunan kadınlar olarak, erkek egemenliğine, patriyarkaya, ataerkiye karşı çeşitli biçimlerde mücadele eden, her gün kadınların vahşice öldürüldüğü, tecavüz edildiği, devlet(ler)in kadınları kontrol etmenin yeni teknolojilerini geliştirmekte hiç geri kalmadığı bir ülkede/dünyada politik sözümüzü üretmeye çalışan kadınlar olarak, yanıbaşımızda, siyasi duruşları ve bulundukları siyasi çevreler nedeniyle bizim mücadelemize “ortak” olduklarını, hiç değilse “destek” verdiklerini söyleyen, erkek egemenliğine karşı mücadeleyi de kendi devrimci mücadelelerinin parçası saydıklarını beyan eden bu adamların yapıp eyledikleri karşısında nasıl tavır geliştireceğiz?
Bunca yıldır kendini tekrar edip duran davranış modelinde bir kırılmayı, en azından özeleştiriyi mümkün kılan sosyal medya üzerinden yapılan bir ifşa/teşhir olunca, aklımıza cinli cinli fikirler geliyor ister istemez. Bu adamların topunu birden ifşa/teşhir mi edelim? Teşhir için asgari bir baraj mı koyalım yoksa? 3 iyi mi? Bir adam 3 ayrı ilişkide aynı davranış modelini sergilemiş, 3 kadını benzer biçimlerde kandırarak ilişki yaşamışsa ifşa edelim mi? İddialıyız. Bu barajı uyguladığımızda teşhir edilmemiş tek bir erkek üyesi kalmayacak siyasi oluşumlar var. Kimi daha “başlangıç” aşamasında, kimi eskiye dayanan ama giderek küçülmüş ya da yeni kurulmuş ve daha büyüme safhasına geçmemiş oluşumlar…
Bu meseleyi tartışırken “ahlakçılık” tuzağına düşmemek, “genel ahlak” normlarını yeniden üretmemek, kadınları ilişkilerin “mağdur” kısmına yerleştirerek pasifleştirmemek, edilgenleştirmemek herkesten çok bizler için önemli. Bunların tümünün dönüp dolaşıp biz kadınları ve kadınların özgürlük mücadelesini vuracağının elbette farkındayız. Ancak bu ve benzeri tartışmaları her açma girişimimizde karşılaştığımız, bizleri ahlakçı olmakla, sekter olmakla suçlayan ya da bizlere özel olanın kişisel oluşuyla kamusal oluşu arasındaki farkı, teşhir ve ifşanın yöntemsel olarak bir insan hakkı ihlali olduğunu öğretmeye hevesli argümanlar nedense bu metindeki sorularımıza herhangi bir yanıt verme gereğini hiç duymuyorlar. Bu nedenle aklımızı kurcalayanları, cevaplarını aradığımız sorularımızı burada açıp birlikte tartışalım ve bu tartışmayı yazılarla/metinlerle birlikte geliştirelim istiyoruz.
İlişkiler elbette dışarıdan dayatılan kurallara göre işlemez. İki kişinin arasındaki “özel” ilişkinin doğruları, yanlışları siyahla beyaz gibi ayırt edilip adı konulamaz. Konulsa bile bu doğrular ve yanlışlar “ahlakın” alanında kalır. Peki ahlak ve politika arasındaki ilişki nedir? Erkek egemen ve heteronormatif bir genel ahlaka, bu genel ahlakın dayatmalarına karşı mücadele ederken, “ahlakçı” olmamak bir ahlak anlayışımızın da olmayacağı ya da olmaması gerektiğine mi denk düşer? Ahlak yalnızca bireysel ve bireyleri ilgilendiren bir şey midir? İki kişi arasındaki duygusal/cinsel ilişkinin bir vesileyle kamusallaştırılması ille bizim “röntgenci” arzularımızı mı tatmin eder? Bu vesilenin ne olduğu, politikanın neresine düştüğü üzerine hiç düşünmeden “özel”, “mahrem” kelimelerini bol keseden kullanıp konuyu kapatmaya yeltenmek mi “ahlakçılığa” girer yoksa? Siyaseten ortak ya da yan yana çevrelerde bulunduğumuz, kimi alanlarda ortak politik mücadeleler verdiğimiz erkekler özel ilişkilerde erkekliklerinin toplumsal avantajlarından yararlanarak belirli davranış modellerini hiç durmadan tekrarlıyor, birlikte üretiyor ve sistematikleştiriyorsa ahlak ve politika ilişkisini yeniden ve başka biçimlerde düşünmemiz gerekmez mi?
Solcu, sosyalist, devrimci, Kürt hareketinden ya da anarşist erkeklerin, erkekliğin tüm toplumsal avantajlarından yararlanarak tekrarladıkları bu davranış modelini nasıl kavramsallaştırmalıyız? Bu tek eşlilik ya da çok eşlilik üzerine bir tartışma değil elbette. Ama daracık bir siyasi çevrede erkekler arasında yaygın bir modele dönüştürülen bu “gizli” çok eşlilik, kadının/kadınların çok eşlilikten haberdar edilmediği durumlarda aslında kadınların bedensel ve duygusal denetim hakkını kısıtlayan, ellerinden alan bir şekilde işliyor. Aramızda kendi deneyimini cinsel şiddet ya da psikolojik şiddet olarak adlandıranlar olduğu gibi, bunun şiddet değil ama sömürü olduğunu düşünenler de var. Hangi kavramlarla konuşmalı, kolektif tavrı nasıl geliştirmeli, ifşa ve teşhirden başka hangi mekanizmalar üzerine düşünmeliyiz?
Teorinin her şeyi konuşmayı imkânlı kılan ama bir o kadar gündelikten uzaklaştıran bir etkisi olabiliyor. Bu konuda yapabileceğimiz hararetli tartışmalardan umudumuz, teori ile kişisel olan arasındaki ayrımı da aşabilmek; “erkeklikten faydalanmak”, “erkekliğin toplumsal avantajlarını kullanmak” dendiğinde bunların somut karşılığının ne olduğunu da konuşabilmek. Mahremiyet, kamusal/özel alan ve ahlak kavramlarının nasıl hiç sorgulanmadan ayrıştırıldığını ya da iç içe geçtiğini de sorgulamak.
Son olarak, her birimiz farklı alanlarda politik mücadelemizi sürdürür, büyük sömürü ve iktidar ilişkilerine karşı büyük sözler/eylemler oluşturmaya çalışırken, bu metinde bahsettiğimiz meselenin bir tür “dar alanda kısa paslaşmalar” hali olduğunun farkındayız. Ama hayat da böyle işte… O toplantıdan bu toplantıya, şu eylemden bu panele koşturur dururken hayatlarımız bu “dar alanda” geçiyor. Politik sözümü/eylemimizi/duruşumuzu tüm alanları ve hayatları genişletmek üzerine kuran bizler, politika yapma alanlarımızı daraltan bu erkeklere ve erkekliklerine karşı kolektif bir tavır geliştirmek ihtiyacını hisseden herkesi bu meseleyi birlikte tartışmaya davet ediyoruz.
Biz yazmaya başladık. Siz de yazın! Birlikte tartışıp yol alalım ve bu tartışmayı yazıyla, metinlerle, kamusal ve kalıcı olarak inşa edelim!
Bütün “dar alanları” genişletmek için…
Ayşegül, Bahar, Banu, Begüm, Bilge, Cemre, Çavlan, Deniz, Emine, Esen, Feride, Filiz, Gülistan, Hale, Hazal, İrem, Meriç, Sakine, Selime, Selin, Suna, Şükran, Tuğba, Tuğçe