Lafa girmeden günün miksini veriyim:
—
Başımıza hep gelir ya – haberleri izliyor oluruz ve acıklı bir hikaye belirir ekranda. Trafik kazasında yitirilen çocuklar, aileyi zor durumda bırakan bir hırsızlık, molotof kokteyli atan “marjinaller”, vs. Ve arkasında bangır bangır çalan müzik. Carmina Burana, Requiem for a Dream, Hans Zimmer’ın herhangi bir film bestesi. Bazen Sabri Sarıoğlu konuşuyor olur, görüntüler yavaşlar ve Schindler’in Listesi’nin müzikleri çalmaya başlar. Bir anda görüntünün üzerine bir patlama sesi ile gelen “ŞOK” yazısı. Başımıza gelir diyorum çünkü televizyonun uyutucu vıdı vıdısı bir anda o korkunç eşitlemeyle kesilip atılır.
Sonuçta müzik genel olarak görüntülerin (yönetmene göre) yetersizliğini örtbas etmeye çalışan bir unsur olarak kullanılıyor. Reklamlarda, haberlerde, sinemada. Bir yerde zaten otomatiğe bağlanır ve izlediklerimizi sessiz bile izlesek müziğin ne olduğunu tahmin edebiliriz. Helikopterden çekilmiş bir Washington görüntüsünü sessiz bir ekranda bile görsek, arka plandaki çalgıların trompet, korno ve buna benzer Amerikan cumhurbaşkanına layık enstrümanlardan oluştuğunu tahmin edebiliriz. Yavaş çekim Sabri-Schindler’s List kolajı da doğal gelebilir bir yerden sonra. Tabii bunun da bir modası var – nasıl ki günümüzdeki her fragman Hans Zimmer’ın Inception BAAAMlarını ya da ona benzer bir müziği kullanmakta ısrar ediyor. (Ki ne hikmetse Zimmer bile bu durumdan bıkmış.) Alışırız yine. O klişe bangırları duymaya bile gerek kalmamıştır, içimizdir, canımızdır.
Yukarıdaki miks çeşitli gazetelerimizin kısa bir süredir topladığım “web tv” müziklerinden oluşuyor. Genellikle güvenlik kameralarının yakaladığı hırsızlık, darp etme, araba kazası, taciz ve cinayet görüntüleri üzerine koyulan müzikler bunlar. Bunların kullanılışları bazen cidden patavatsız – mesela 6.45’deki müzikte bir kamyon otobüs durağındaki insanlara çarpıyor. Bazen de sadece garip. 15.58’deki mağarada-bulduğumuz-o-sihirli-kalıntının müziği, Çin’de bir gazetede yayınlanan fotomontaj hatasının fonunda kullanılıyor.
Genel olarak bu MOBESE hayatları izlememeye çalıştığımı söylemeliyim. İnsanların acılarını bu kadar kaba bir şekilde “sahnelemek”; sanki o acıları anlayamazmışız gibi, bu görüntülerin kendileri yetersizmiş gibi üzerine bir de müzik pompalamak bana çok korkunç geliyor. Bunları yayınlamakta niyet iyi olabilir – dünyadaki acıları, yolsuzlukları bilebilmemiz ve belki buradan yola çıkarak önlemek istememiz – ama sorumsuzca yayınlanan bu görüntülerin bir yerde bizi duyarsızlaştırdığından eminim. Dünyanın dehşetini belli bir şablon içersinde bize her gün, her zaman sunan çoğu haber programından böyle bir sorumluluğu ciddiye almasını bekleyemiyorum. (Bu konuda Susan Sontag’ın “Başkalarının Acısına Bakmak” kitabını tavsiye ederim.)
Müzikleri toplarken o bildiğimiz Carmina Buranalar vs’den uzak durmaya çalıştım – topladıklarım biraz daha ilgimi çeken, bana çağrıştırdığı his ve hatıraları tam olarak oturtamadığım müzikler. Bu müzikleri “sevdiğimi” söyleyemem; ama ironik bir şekilde dalga da geçemiyorum. Uyandırdığı hisler ilginç olduğu kadar korkunç da. Bazı müzikler – soundcloud bana “downbeat” etiketini tavsiye etti – eski ve gizemli bilgisayar oyunlarını yada 80’lerin Mickey Rourke’lu, bol seksli filmleri hatırlatıyor. Bazıları da bir otobüs yolculuğunun yalnızlığını gözümün önüne getiriyor. Bazıları ise sırf aksiyon, sırf felaket. Araya iki parça da kendi koleksiyonumdan ekledim, bunları saptamak tahminen kolay olacak ama gerekli duydum. Tabii tüm bu parçalar arasında çok dokunaklı olanlar da var; ama oraya dokunulmasını istediğimden, buna izin verdiğimden emin değilim. Ama izin veriyoruz yine, ister istemez – başkalarının fon müziği bizim hayatımızın müziği oluyor. Her gün. Her zaman. İşte o an.
Dipnot: Sabri Sarıoğlu-Schindler’s List derken Sabri Sarıoğlu ile dalga geçmeye çalışmıyorum – geri pasları ve ara sıra ortaya çıkan asabiliği bir yana, kendisi beğendiğim bir futbolcudur. Ama gerçekten böyle bir kolajı Galatasaray TV’de gördüğümü hatırlıyorum.