İki arada bir derede, yani aslında; demokratikleşme paketinin boş çıktığı zamanlarda onca çözümsüzlük içinde ev aramaya başlayarak gündemimizi değiştirmeye karar verdik. sokaklarda gezinmeye başladık. Erkek arkadaşlarımız da ayrı gezinmeye başlayınca İstanbul seyran olur sandık. Çarşı hesabı eve uymadı. Ev arama-koşturması garip evlere gireçıka duruldu. Kızlı erkekli ev mevzusu henüz patlak vermemişken bir yer bulsak iyiydi dedik, ama değişen bir şey pek de olmaz. Zaten tüm evsahiplerinin bence bu konuda ‘e haklı’ bulduğu bir durum gizlice var. Sahiplikgeni.
Kızlı erkekli, kızlı kızlı, erkekli erkekli, erkekli kızlı birilerine evi verdiklerinde gece uykuları kaçan bu insanların hastalıkları yeni değil. Yıllardır bu böyle zaten. 100 evsahibine sormuşlar boynun neden eğri diye. Nerem doğru ki demiştir. İyi niyetlerinden değil, gödgöde yapılan evlerin alt katında çocuğun zihni tıkanır demiyorlar, bu çocuk gürültüden okuyup edemiyordur, sınavlarına hazırlanamıyordur hiç demiyorlar, gelsin akraba, gelsin kızkaçırma. Tek bildikleri; bakkala da şahidimiz ol gözünü seveyim diyorlar; eve gelen kızın anası babası yok mu allasen. İki dedikodu edelim kirayı almaya gelmişken. Duyuyoruz işte sonra ceninler filan. (Bu paragrafın arka planına Rumelihisarüstü’nü koydum,ama diğer paragraflarda arkaplan değişecek)
Bize ev mi yok demekle olmuyor bu işler, semt konusunda fazla sabitfikirliyiz. Arama motoruna Arnavutköy dışında bir şey yazmak içimizden pek gelmiyor. Ona da dikkat etmek gerek. Beşiktaş olduğunu belirtmekte fayda var yoksa Hadımköye kadar yolumuz var. Takıntımız ismen olsa iyiydi, yoksa ha bu Arnavutköy ha o derdik. Pek anlaşılmıyor fotoğraflardan zaten. Masadaki kahvaltıyı kaldır, çekyatın önündeki terliği bir çek di mi. Yok illa dingonun ahırı efekti. Bizim Arnavutköy meselesi başka bir hikaye. Başka bir sevdalık. Aşk üçgeni. Rozalinda.
İlk gençlik yıllarını Şirinevler-Halkalı hattında geçirmiş iki genç kızın Boğaziçi’ni kazanınca açılan dünyaları meselesi var arka planda. İnilen Bebek yokuşu, akşam saatinde binilen otobüsün iki saatteki sabithızı var. Hem sabahın dokuzunda halı silkeleyen balkonların düşe yazdığı esnaf diyalogunu arıyoruz, hem de deniz kokusunu. Hem kartona el yazısıyla çekinilmeden yazılan ucuz elmanın afiyetini arıyoruz hem de sokakların tenhalığını. Baktık baktık, çarpışık kimliğimizle örtüşen semtlerin biriciği Arnavutköymüş. Arnavutkaldırımları 90’lar aşkımızı perçinlerken, ‘bu çınar yılların çınarı kesilmeyecektir’ diye savaşan mahalleli gezi ruhumuzu ateşliyor, ama daha da ötesi, salı pazarından üç tanesi üç liradan alınan kilotlu çorabın kaçığı pazarcıya mal edilebiliyor. Rüya gibi. Sahile paralel balık lokantalarına gelen zengin,bakımlı,gösterişli,
Şimdi biz buradan çıkıp da nereye gideceğiz bilmiyoruz. Neyse ki bir emlakçı H. teyze bize bir güzellik yaptı, şu anki evimizin hemen arkasında bahçe katı bir ev gösterdi bize. İkiodalıbirsalonlu temiz, rutubetsiz, gıcırgıcır bir daire. Kuşe kağıda baskı. Allah sahibine bağışlasın demedik, sahiplendik. Ta ki, ev sahibesi sahneyi devirene dek. Spot ışıklar o anda söndü, kırmızı halı ayağımızdan hızlıca çekildi. O ana dek kurmadığımız hayal kalmamıştı. Bu oda yaz odası bu oda kış odası ortada buluşma odası. Banyoda yer havlusu, portmantonun örtüsü, mutfak masasının açılır kapanır olmasının gündelik hayata etkisi gibi. Mutfak havluları için ayrı çekmecemiz bile vardı. O derece. Ama ev sahibi, karşısında iki bıcır bıcır taptaze güzelmigüzel akıllımıakıllı bu genç kızları görünce suratını astı da astı. Ben o asıklığı kadının Henri Lefevbre dünyasına vermiştim. Eleştirel düşünceye gelememiş, ‘aydın’ kadın aurası. Ama düşününce, düşündükçe tepem attı üstelik. Evi bize hiç layık görmedi mi yoksa bizden yaşı küçük erkek çocukları için mi endişelendi bilmiyoruz. Ben odalarımızın -iyelik ekim- baktığı bahçenin kendileri tarafından kullanılıp kullanılmadığını sorduğumda, abartılı ve tescilli bir kahkaha ile, elbetteledi. Biz suluyoruz .Çiçeklere biz bakıyoruz. Biz kullanıyoruz.Bizbizbizbiz. Bunlar hep televizyon işte. Yine de penceremin önündeki aile sofrası en fazla bir julie delpy filmi sıkıcılığındaydı. Hani orta karar, canım sıkılmasın, burası Arnavutköy filan. Müstakbel evim.
Bahçeyi biz de suluyabiliriz dedi ev arkadaşım büyük bir içtenlik ve istekle. Kimi noktalama işaretleri ile suratı şu hali aldı. –____— Tek gözü kısık. Sıra kendi kilit sorularına geldi. Bakalım güvenini kazanabilecek miyiz, bu çok tecrübeli çok deneyimli yılların kadınlığına sahip kadının, ev sahibinin kalbine giden o minik patikayı bulabilecek miyiz. Bir kere öyle eve sağdan soldan çok insan gelmezse, -bitirilmeyen cümlelerdeki tehditkarlık- Mahalleye karşı kendisini sorumlu hisseden kadın, ezik surat ifadesiyle annelik görevini bizim üzerimizde ilk dakikada nasıl oturttu anlamadık. Biz sorumsuz çocukları olduk. Böyle durumlarda -aa tabii canım’laşmak dışında ne yapılır bilen varsa kendisinden pratik anlamda ders almak isterim. Bu noktada, hiç öyle -öylenasılsa- bir insan olmadığımızı kendisine anlatırken nasıl klişeleştiğimizin haddini ahirette veririm. Buraya kadar her şey hala normal aslında. Fakat, üç dakika sonra, kadın emlakçı H. teyzeye bir önceki kiracının dedikodusunu yapmaya başladı. Tam da beş yaşındaki oğlan çocuğunun yanında eşiyle pazar seksinin dedikodusunu komşusuyla yapmaya çalışan ama yapamayan bir kadının ses tonunu takınarak, dedi ki, bizden çok geliyordu valla doğalgaz faturası.çkçkçk.
İçimiz dışımız bir yani.
Ev arkadaşım tam bu noktada sordu: siz hoşlanmadınız sanırım iki kız öğrencinin evinizi tutma ihtimalinden. yo kemküm. bir kez orada bir öğrenci kalmış da.o da galatasaraydanmış da. ne cozutmuş ah ah. sevgilisi camdan girip girip durmuş. bir şey diyememiş şimdi genç kız incinmesin diye. amaan. aynı şeyleri yaşamayaymış. onları hatırlamış.tramva yaşamış da.
-camdan girme eylemini kestiremedik-
Ah bizi tanısan çok severdin ev sahibi. Ev kokmasın diye kızartma yapmayan öğrencileriz biz. Kapının ağzında ayakkabılarını çıkarıp giren ailelerden geldik. O kirli mahalleleri iyi biliriz. Eskiden hep dereyatağı olan mahalleler yani. Güneşliği hiç açılmayan evlerin perdesini bozma korkusu var bizde. Ama yabani bir şeylerin kokusu var burada. Oysa iki adım ötedeyiz. Şimdiden komşuyuz zaten. Bir gel çayımızı iç dedim. Karadenizli olmam pek hoşuna gitmedi, ay bir deli olur Karadenizli kadınlar dedin gibi oldu. Bak sözlerini geri al ben sana diyor muyum burası Yakup Kadri Karaosmanoğlu romanı gibi.
Konu hesaba geldi. Ödeme koşulları konuşulurken tabi şimdi ne diyeceğiz ki, ben kitap yazıyorum arkadaşım da defter dikiyor mu. Bir yandan öğrencilik. Samimiyiz hani. Ay bütün gün evdesiniz yani ile sözümüzü kesti. Hiç beğenmedi. Hiç olmadı valla. İstedi ki birimiz bankaya gitsin para saysın, diğeri de bir ilaç firmasında danışmanlık yapsın. Ailemiz de böyle şeyler istedi de valla olmadı napalım. Bizim çok gelen arkadaşımız olur o zaman üniversite de üniversite kocaman yer. Gündüzleri de evdeyiz ya, ohoo hayal gücünde vişne lekeleri belirdi. ‘Yani erkek arkadaşlarınız elbette gelecek’ diye çekidüzen verdi emkaçı H. teyze evsahibinin asık suratına
e tabii,
tek derdimiz buydu zaten.
Görsel: Maja Daniels