Biz 5Harfliler olarak Netflix’in ilk sezonu yeni biten dizisi Orange Is The New Black‘in hastasıyız. Kısmetse karakterlerin daha bir çoğu hakkında bir şeyler yazmak, yorumlarda sizinle halaya durmak istiyoruz. Laverne Cox dizide kredi kartı sahteciliğinden içeride olan trans kuaför Sophia’yı oynuyor. Oynadığı her sahneyi resmen kaplıyor, kendisine hiç doyamıyorsunuz. Cox ABD’de (ve tabi dünyada) anaakım bir yayında trans bir kadını oynayan tek tük trans kadından biri. Aşağıda Gawker’dan çevirdiğim Rich Juswiak röportajında trans bir kadın ve bir oyuncu olarak kendine güven sorunları, ırkçılık ve transfobi, erkeklerle ilişkileri ve dizinin birçok başka hassas ama önemli konuya eğildiği gibi cinsel kimlik ile yönelim arasındaki farka ince ince eğilişinden konuşuyor.
Temsil ediliş şeklinle ilgili hassas olduğunu konuşmuştuk. Bu hassasiyeti trans olmanın beslediğini düşünüyor musun?
Her kadın oyuncu böyle hissediyordur diye tahmin ediyorum. Trans olmamla mı alakalı bilmiyorum, olabilir. Herkesin kendine güven sorunu var. Aslında (bu hassasiyetin) nasıl göründüğünü kontrol edebilme arzusundan kaynaklandığını düşünüyorum.
Şu an kendini güvensiz hissettiğin şey nedir?
Dış görünüşüme güvenmiyorum…
Kendini dışarıya takdim edişin anlamında mı?
Her anlamda. İnternette diziden bazı fotoğraflara bakıyordum. [Geçmişte] “başarılı olduğum zaman farklı görüneceğim. Daha fazla ameliyat geçirmiş olacağım, daha ince olacağım. Bu da zaten başarılı olduğum anlamına gelecek” diye düşünüyordum. Ama sonra kendime gördüğüm tüm kusurlarla bakıyorum ve bakıyorum insanlar yine de bu karakterle bağlantı kuruyorlar, empati kurabiliyorlar. Sosyal medyada insanlar Sophia karakterini çok seviyor. E şimdi bu hit olmuş dizideyim ama Beyonce’ye benzemiyorum. Öyle görünebilmek için gerekli olan ekstrem değişiklikten geçmedim, o zaman belki sahici bir şekilde kendim olabilirim. Belki bu yeterlidir.
Ne kadar harika bir beceri.
Utançla baş edebilme konusunda çok çalıştım ve hala da çalışıyorum. Brené Brown utancı kuvvetli bir sevgi ve aidiyeti haketmeme hissi olarak tanımlıyor. Ben bu utancı içselleştirilmiş transfobiye, içselleştirilmiş ırkçılığa bağlıyorum. O illa öyle demese de.
Sendeki içselleştirilmiş transfobi ne şekillerde ortaya çıkıyor?
Büyük bir kısmı yeterince güzel olmadığım için kendimi hırpalamamdan ibaret. İnsanlar “Laverne Cox cam tavanı kırdı” gibi şeyler söyleyen bir sürü makale yazdı. Benim çığır açıcı filan olduğumu söyleyen bir sürü çılgınca şey. O kız olacak kadar güzel olmadığımı ya da kadınsı (Ç.N: İngilizce’de transların geçiş yaptıkları cinsiyetin standartlarındaki kabul edilebilirliği anlamında kullanılan “pass” fiilinin Türkçe’de terim karşılığını bilen var mı?) olmadığımı düşündüğüm anlar oluyor. Bu komüniteyi gerçekten bu şekilde temsil edecek kadar güzel değilim diyorum. Bazen sesim erkek gibi çıkıyor ya da işte yeterince feminen olmadığımı, yeterince sahici görünmediğimi hissettiren onun gibi şeyler. Bir de farkettim ki içselleştirilmiş homofobi, ırkçılık ya da transfobi en çok birbirimize davranış şekillerimizde ortaya çıkıyor.
Alexis Arquette görünür şekilde trans olmakla, sahiciliği o kadar da umursamamakla ve insanları bunla baş etmeye zorlamakla ilgili harika bir şey söylemişti.
Herkes farklı. Trans bir insan olarak beni Google’lamak çok kolay, dolayısıyla benim için insanların bilmemeleri anlamında o tren kaçtı. Çok garip, geçen gün postanede bir adamla tanıştım, “söylesem mi?” diye düşündüm. Ama dizinin ismini söyledim ve bir daha kendisinden haber almadım. Diyorum ki beni google’ladı mı acaba? Muhtemelen google’ladı. İnsanlar oyuncu olduğunuzu öğrenince sizi google’lıyorlar.
Erkeklerle çıkmak nasıl gidiyor?
Televizyona çıkmak aslında durumu zorlaştırıyor, çünkü trans kadınlardan hoşlanan çoğu erkek bunu kimsenin bilmesini istemiyor. “Yeterince inandırıcı mıyım” ilişkilerde çok ortaya çıkan bir şey. Birçok erkek fantezisiyle çıkmak istiyor, o fantezi de kimsenin trans olduğunu bilemeyeceği bir trans kadın. Tanınmış biri olduğumu farkettikleri anda birçok erkek bununla baş edemeyeceğini biliyor. Korkuyorlar. Söylenene göre zaten hafif korkutucu biriyim.
Bence trans bir kadın olarak erkeklerle çıkmanın sıkıntılı yani birçok erkeğin trans kadınlardan hoşlandığını pornografi yoluyla farketmiş olması. Dolayısıyla bana da pornografik diyebileceğim şekillerde yaklaşıyorlar. Belki daha evvel trans biriyle tanışmamışlarsa bunun uygunsuz olduğunun bilincinde değillerdir. Ya da trans kadınlardan hoşlanmakla bağlantılı kendi içselleştirilmiş utançlarından dolayı. Bunu çok görüyorum. Kendi utancını bana yansıtan çok erkekle çıktım.
Trans tavanı dışında gerçeklik tavanını da kırdın. Toplumla paylaştığın hikaye yazılmış bir hikaye değil. Kimse daha önce senin hayatını yaşamadı. “Reality TV”den çalışan bir oyuncu olmaya geçiş, hele de transken, büyük bir başarı.
Komik aslında. Gerçekten şükrediyorum, gerçekten şanslı olduğumu düşünüyorum. Reality TV insanı olmadan çok önce bir oyuncuydum. Reality TV işi geldiğinde bunu profilimi yükseltmek ve benim için önemli olan bazı konuları gündeme getirmek için bir fırsat olarak gördüm. TRANSform Me’nin ardından bir karar aldım: “Ben bir oyuncuyum” dedim. Reality show bağlamında kamera karşısında olmak istemiyordum artık. “I Want to Work for Diddy”de yer almaya karar verdiğim zaman kardeşim dedi ki işte sen ciddi bir oyuncusun, oyunculuk yapman gerekiyor, bunu yapmamalısın, insanlar seni bir daha asla bir oyuncu olarak ciddiye almayacak. Bu bir riskti çünkü dürüst olmak gerekirse yine nasıl takdim edileceğimle ilgili tüm kontrolü kaybedecektim ama işe yaradı. İçgüdülerimi dinledim. İç sesim bana bunu yapmamı söyledi, asıl sebep de, bunu daha evvel de söylemiştim ama sokakta ve genelde başıma gelen tacizin büyük kısmı diğer siyahlardan geliyor.
Geçenlerde The Advocate dergisine yazdığının çok ilginç olduğunu düşünüyorum: “Siyah bir erkek olarak algılandığım sırada toplumun güvenliği için bir tehdit haline geliyordum. Kendim gibi giyindiğimde, tehdit altında olan benim güvenliğimdi.”
Benim kendimde bir sorunum yok da dışarıdan gelen şeylerle uğraşma zorunluluğu sıkıntı. Birçok trans için olay kendimiz değil, aklını kaçıran diğer herkes. Sophia’nın hikayesi bunun büyük bir kısmını öne çıkarıyor aslında. Hapishanede tıpkı Sophia gibi ilaçları kesilen, cinsiyeti yanlış tanımlanan ve bir sürü belayla uğraşmak zorunda kalan gerçek trans kadınlar var. Birçok açıdan, kadınlar kısmına konduğu için Sophia imtiyazlı.
Bu dizi aynı zamanda cinsel kimlik ve cinsellik arasındaki farka da eğiliyor – geçiş döneminin ardından Sophia karısından ayrılmıyor. Popüler kültürde aradaki fark çok ender çizilir.
Bu tam Trans 101. Cinsel kimliğin ve seksüel yönelimin ayrı şeyler olduğunu senelerdir söylüyorum ama bunu bilmeyen bir sürü insan var. Bence bunun sebebi bizim de LGBT topluluğunun parçası olmamız ve gey, lezbiyen ve biseksüel kişilerle aynı gruba konmamız, ama bizim için konu seksüel eğilim değil cinsel kimlik. Ayrıca insanların gey ve lezbiyenlerle ilgili sorunlarının çoğunun, özellikle çocuklarla uğraşıldığı zaman, cinsel kimlikle alakalı olduğunu düşünüyorum. Doğuşta kendisine erkeklik tayin edilen birinin bir oğlan çocuğunun davranması gerektiği gibi davranmamasıyla alakalı. Bunun o kadar büyük bir kısmı cinsel kimlik ve feminenlik korkusuyla alakalı ki… Julia Serano bununla ilgili inanılmaz parlak şeyler yazıyor – feminist teori tarihinde bile, feminenlik suni, maskülenlik ise sahici bir şeymiş gibi sunuluyor, ve yakın bir zamana kadarki feminist söylemin içinde bile feminenlik suni ve sahte bir şeymiş gibi görülüyor. Yani birçok farklı kültürel formda karşımıza çıkan ve cezalandırılan bir feminenlik korkusu var. Bu da ataerkilliğin bir parçası. Birçok anlamda, ataerkillikten bahsetmeden homofobi ve transfobiden konuşamayız.
Bence insanların senin karakterine tutunmalarının bir sebebi de Sophia’nın biyolojik değişimini anlatan bölümün sezonun en başlarında olmasıydı.
O bölümün bir de yönetmenin Jodie Foster olması gibi bir olayı vardı. Küçük bir kaygı-panik karışımı bir şey yaşadım. Jodie aşağı yukarı tüm hayatı boyunca mega-star olmuş bir insan, o yüzden insanları rahatlatmakta gerçekten çok iyi. Sahneye oyuncular olarak giriştik ve süperstar Jodie Foster’dan kendimi soyutladım, anlatabiliyor muyum? [Hannibal karakteri olarak Anthony Hopkins’i taklit ediyor] “Clarice.” Ona hiç söylemedim ama çok istiyordum. Heyecanlıydım ve mesleki olarak böyle bir rolü, bu kadar komplike, katmanlı bir karakteri oynamayı bayağıdır beklediğimi hissediyordum. Canına okumak istiyordum rolün.
Bence okudun.
Teşekkür ederim. Eğitim alıyorum, çalışıyorum, harika öğretmenlerim oldu. Brad Calcaterra şu andaki oyunculuk eğitmenim. Yaklaşık üç senedir onunla çalışıyorum ve beni tamamen farklı bir şekilde açtı. Özellikle LGBT oyunculara yönelik “Açık Oyunculuk” denen bir ders veriyor. Bahsettiğim içselleştirilmiş transfobiyle, içimdeki utançla filan baş etmem için bu ders bana gerçekten yardımcı oldu. Aynı zamanda bunları işime katabilmekte. Sadece bir oyuncu olarak çalışmaya devam edebileceğimi umuyorum. “Trans olayını aşabilir miyim?” sorusu her zaman orada diye düşünüyorum.
Hep aynı rolleri almakla ilgili bir endişen var mı?
Endişelenecek başka şeyler var. Asıl endişem hiç çalışamamak. Bu dizi çıtayı çok fazla yükseltti. Bir yandan şımarmış gibi hissediyorum. Dorothy Dandridge Carmen Jones’u oynadıktan sonra bir şeyde bir köleyi canlandırma teklifi aldı, ve tabi ki köle olmayacaktı. Bir süre hiç çalışmadı. Ben yeniden bir fahişeyi oynamak zorunda kalacak mıyım?
Oynar mısın?
Fahişesine bağlı. Oynamam demedim hiç. Canlandırdığım son fahişe Carla diye bağımsız bir filmdeydi ve gerçekten ilginç bir karakterdi.
Orange’da üstsüz olmak zor muydu?
Garipti. Menajerimle konuştum, hocamla konuştum, “işin kalitesine bak” dediler. (Dizinin yaratıcısı) Jenji Kohan sonuçta. Bağlama bak – şehvet içeren bir sahne değil.
Toplumun gözü önündeki az sayıda transdan biri olarak hiç ihlal edilmiş hissediyor musun? Sana çok kişisel sorular sordum, cevaplarının çok açık olması da hoşuma gidiyor…
Hakkında konuşmadığım bazı şeyler var.
Hakkında konuşmadığın ne var? Bunun hakkında konuşabilir misin?
Seni seviyorum. [Gülüyoruz] Al. Bazen çok fazla baskı hissediyorum. Bunu söyleyebilir miyim, şunu söylesem olur mu, tüm bir topluluğu temsil ettiğim için söyleyemeyeceğim belli şeyler var mı, gibi soruların baskısı. Bu baskıyı da başından beri hissediyorum, I Want To Work for Diddy’den beri. Ortada olan çok fazla kişi yok aramızda ve nasıl insanlar olduğumuzla ilgili yanlış izlenimi vermek de istemiyorum. Ben kendim olmalıyım. Mükemmel değilim ve hatalar yapacağım, yanlış şeyi söyleyebilirim. Parçası olduğum komüniteye karşı sorumlu olmalıyım ve bence öyleyim de, ama aynı zamanda kendime karşı da çok sert olmamalıyım.