Anılar kafamızda nasıl canlanır?

SANAT

Kazuo Ishiguro’yla Hatıralar Geçidi

 

 

Guardian altı adet yazara en sevdikleri ikinci ifade aracını sormuş, Günden Kalanlar‘ını dilim kuruyana kadar övdüğüm Japon asıllı İngiliz yazar Kazuo İshiguro da cevabında sinemadan, özellikle filmlerdeki geçmişi hatırlama sahnelerinden bahsetmiş:

 

 

“Andrew O’Hagan geçen gün beni aradı ve yakınlarda çoğu sinema öğrencisi olan bir sürü insanın karşısında sinemadan bahsedeceğimizi hatırlattı bana. Andrew’un yazar ve aynı zamanda eleştirmen olduğunu bildiğim için, bu gün için bir plan yaptım. Ona ve sinema öğrencilerine şu soruyu yönelteceğim: Bir sürü şeyi romanları yetersiz gösterecek kadar iyi beceren sinema, hatıraları tasvir etmeye kalktığında neden bu kadar zorlanıyor?

 

Evet, geriye dönüş (flashback) sahnelerinin bir çok klasik filmde çok önemli bir rol oynadığını biliyorum. Özellikle Amerikan noir filmleri çaresiz, ölmekte ya da hapiste olan karakterlerin dış sesle nasıl bu noktaya geldiklerini anlattıkları, geçmişe doğru işlenen hikayeleri tercih ediyor. Veya huzurlu bir yaşlılıkta hatıralardan çıkarılan The Go-Between ya da Titanic gibi filmler de var. Ama bu filmlerde hatıra sadece bir yöntem, hikayenin anlatımını sıraya koymanın bir yolu olarak karşımıza çıkıyor. Bu filmlerde hatıralar önümüzde canlandığı zaman anıların kendine has belirsizliklerini ya da dokularını yakalamak için hiç bir gayret sözkonusu olmuyor.

 

Tabii ki bir karakteri hatırlama eyleminde bulunurken inandırıcı bir şekilde gösteren, (ben bundan bahsetmiyorum) kendine unutkanlığı (MementoEternal Sunshine of the Spotless Mind) ya da tematik olarak hafızayı konu edinen (SolarisAfter.LifeVertigo) filmler var. Fakat bir sinemacı hatırlanan, geçmişteki bir dünyayı canlandırmaya çalıştığı zaman sonuç hiç bir zaman çok başarılı olmuyor.

 

Makul derecede yetenekli herhangi bir romancı sayfada anıların dokusunu canlandırarak okuyucuyu yarım yamalak hatırlanan, kenarları buğulu ürkek bir nostaljiye, zaman ve coğrafya üzerinde kıvrımlanan çeşitli çağrışımlara boğabilir. Buna karşılık ekranda gördüğümüz hatırlama sahneleri her zaman biraz sakar oluyor, gelişlerini gereksiz bir tantana ve devrilen sandalyelerle belirtiyorlar sanki. Bu neden kaynaklanıyor? Sinema tarihi boyunca hayal ve gerçek dünyayı başarıyla canlandırabilen sinemacılar (akla sessiz filmler ve Tim Burton, David Lynch ve Guillermo del Toro geliyor) neden hatıraların dünyasını aynı başarıyla tasvir edemiyorlar?

 

Benim tam emin olmadığım bir teorim var. Problem sinemanın hareket halindeki resimlerden oluşması fakat bizim hatırlama eylemini durağan görüntülerle gerçekleştirmemizden olabilir mi? Bir keresinde bu teorimi bir edebiyat festivalinde, romanlarımdaki anı bölümlerine dair bir soruya cevap olarak görücüye çıkarmıştım. Cevabı verdiğim an salondaki insanların kendi aralarında bakıştıklarını ve göz devirdiklerini gördüm, yani bu düşünce benim kendi garipliğimden kaynaklanıyor olabilir pekala. Fakat farkediyorum ki geçmişimden bir sahneyi kafamda canlandırdığım zaman akan bir anlatıyla değil -en azından en başta- bir fotoğrafla, ya da yaşayan bir tabloyla karşılaşıyorum. Daha sonra bu anı tekrar tekrar ziyaret ederek tablonun ayrıntılarını yakından inceliyorum. Bir üniversite hocasının ekrana yansıttığı bir resim üzerinde konuşmasına benziyor biraz. Belki de bu yüzden benim için gerçek hafızaya en çok yakınsayan film, içindeki her bölümün durağan bir görüntü etrafında kurgulandığı Terence Davies’in Distant Voices, Still Lives filmidir. Bu konuyu Andrew’la da konuşacağım. Birilerinin bu meseleye bir açıklama getireceğini umuyorum.”

 

 

Bütün bu konuşmadan ilk çıkardığım sonuç neredeyse tamamen hatıralardan mürekkep Günden Kalanlar‘ın film uyarlamasını Ishiguro’nun da AYNI BENİM GİBİ hiç beğenmediği oldu. (Ben haklı çıkayım da dünyalar dökülsün, ne olursa olsun)

 

Bir yandan Ishiguro’nun bu teorisini test etmek için haftalardır çeşitli şeyleri nasıl hatırladığımı hatırlamaya gayret ediyorum. (Alzheimer 101) İnsanın nefes alışını değerlendirmeye çalışmasına benziyormuş, dikkat ettiğin an bozulup gidiyor. Fakat sonunda bir kaç tane anıyı kıskıvrak yakalayınca farkettim ki, Kazuo doğru söylüyor. Anılar kaskatı duruyorlar en başta. Balık tutmak gibi bir şey, ama bu sefer oltayı çekince balık yavaş yavaş, çırpınarak canlanıyor. Resimler minik hareketlerle ceplerini yoklayıp kendilerini tanımaya başlıyorlar. Dümdüz bir yüz ifadesi hatırlıyorsan ikinci, üçüncü denemede bir gülümsemeye doğru rahatlıyor. İnanılmaz garip bir his. Veya insan zihni o gülümsemeyi yerine tamamlıyor ve Ishiguro’nun geriye dönüp dönüp tabloyu incelemekten kastettiği bu, yani hafızanın uydurma teşebbüsü. Bilinmez. Siz nasıl hatırlıyorsunuz? (Hareketli mi slov mu?)

 

 

 

Haber

 

Görsel: Winslow Homer – The Life Line (veya Gülben Ergen’den Uçacaksın)

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YBu Resim Gitmeli Mi?
Bu Resim Gitmeli Mi?

Sanatçı Hannah Black'in siyah bir çocuk cesedini tasvir eden sanat eserinin var oluşunu ve sergilenmesini eleştirdiği açık mektubundan hareketle: "onurlandırmak" ve "lafı ağzına tıkmak" arasındaki ince çizgi nerede durur?

KÜLTÜR

YMary Beard: Gücün İçinde, Üzerinde, Peşinde Kadınlar
Mary Beard: Gücün İçinde, Üzerinde, Peşinde Kadınlar

Cambridge Üniversitesi Klasikler Profesörü Mary Beard'ın konuşması: Kadınlar Antik Yunan'dan bugüne güçle nasıl ilişkilendi?

SANAT

YÖlüm Kadar Ciddi, Küfürlü bir Şaka: Renate Bertlmann
Ölüm Kadar Ciddi, Küfürlü bir Şaka: Renate Bertlmann

Renate Bertlmann, 1970’lerde bir çok çağdaşı gibi 1968’in devrimci atmosferi ve ikinci dalga feminizmin gücüyle kadın bedenini bir kutlama ve devrim aracı olarak yeniden kurgulayan eserler üretmiş.

SANAT

YGüncel Kızlar (1977)
Güncel Kızlar (1977)

Vintage sarısı, yalnızca çözülmüş meselelere, başarıyla alınmış haklara mı değer?

Bir de bunlar var

Cuma Şarkıları 38: Hu Huuuu Komşu Komşu!
Alice, Gregor, Lagerler ve Glorkîn
Haset, Erkek Şiddeti ve Kadın Düşmanlığı

Pin It on Pinterest