Bu sene 8 Mart bir başka.
Ünlü erkeklerimizin her 8 Mart’ta kadına yönelik şiddete dikkat çekmek için sergiledikleri performanslarda gözle görülür düşüş var. Mesela mor farla dövülmüş bir Gürsel Tekin göremiyoruz sahnelerde.
Ne de yanlış evrimleşmiş bi İlyas arşınlıyor sokakları.
Acaba mı? Bi aydınlanma mı yaşandı o cephede? Geçtiğimiz senelerde 8 Mart derlemelerimize konu olan mor gözlü, kanlı dudaklı, kadına şiddete karşı fotoşop cephesi dağıldı mı? Kadınlar Günümüzü kutlamak için kadın kıyafetleriyle kafesler içine girip, VURMAAA! diye bağıran pozlar vermekte bir yanlışlık olduğuna uyandılar mı sonunda? Aranızda iyimserliğini koruyabilenler kaldıysa ünlü ve duyarlı cemiyet insanlarımızın bu seneki 8 Mart kampanyasızlığını feministlerin başarı hanesine yazabilir. Belki gerçekten etkili de olmuştur onca konuşup yazdığımız. Ama bardağın boş tarafında şöyle de bir manzara var: Savaş > Kadına yönelik şiddet.
Zaten öyle bi şiddet çuvalının içine tıkılmış, her gün bir duvardan ötekine çarptırılıyoruz ki, haliyle kadına yönelik şiddete ilgi de azaldı. Bu sene kostümde dayak yiyen kadın önlüğü yerine mehmetçik yeşili revaçta. Makyajda patlamış dudak kırmızısı isteyen pek yok. Alna ve yanaklara şerit şeklinde çekilen komando çizgileri çok gidiyor.
8 Mart duyarlılığı değişen sadece ünlülerimiz değil tabi. Devletimiz de bu sene 8 Mart’ı yasaklayarak önce savaş, sonra kadın dedi. Her 8 Mart haftasında Pazar günleri çeşitli illerde eş zamanlı yapılan kadın mitinglerine valilikler bu yıl izin vermedi. Yürümek, bir araya gelmek, 8 Mart’ı kutlamak isteyen kadınlara birçok ilde polis saldırdı. Kadınları yerlerde sürükleyen, yaka paça gözaltı arabasına götüren, biber gazıyla baygınlık geçirten onlarcasının arasında, 8 Mart teşvik madalyasını Kadıköy’de yürüyüşe katılmak isteyen bir kadını “erkeklerin gelsin” diye engelleyen polise verdiler.
Evet, bu sene sokaklar yasak. Ama 8 Mart’ı kendinize güzel bir AVM günü hediye ederek kutlayabilirsiniz. Değişmeyen tek şey 8 Mart indirim kampanyaları.
Kadınlarımız uçmak istiyor Hakim Bey.
Kadın pedleri, kadın çorapları, kadın kokuları, kadın şampuanları, kadın blendırları, kadın tencereleri, borcamları almak istiyor!
Kadınlarımız en kadınsı anlarını ölümsüzleştirsinler diye…
Gülecek hal kalmadı valla.
Geçen 8 Mart’tan bu 8 Mart’a memlekette neler oldu, şöyle bi hatırlayalım dedik ve dünyanın en karanlık listesi önümüze uzandı.
Geçen sene bu zamanlar Haziran’da yapılacak genel seçimlere kitlenmiştik. Mart, Nisan, Mayıs seçim diye diye geçti. Sonra Haziran umutlu geldi.
7 Haziran seçimlerinde çeşitli barajları aşarken TBMM’deki kadın milletvekili oranının da yüzde 18’e çıkmış olmasına sevindik. Yaklaşık üç gün filan! Memleketimizle ilgili en öngörülü atasözünün “çok güldük çok ağlayacağız” olduğunu kavramamız kısa sürdü. İki satır güldük diye ülkecek cehennemin ta dibine sürükleniyoruz Temmuz’dan beri. Önce bombalar, sonra savaş. Zaten 3 Kasım‘da tekrarlanan seçimlerde kadın milletvekili sayısı da 98’den 81’e düşünce oran yüzde 14,5’e geriledi.
Yıllardır hiçbir sorun çıkmadan güle oynaya geçen onur yürüyüşüne Haziran 2015’te valiliğin izin vermemesi ve polisin saldırması belki de işaretmiş. Bütün dünya #lovewins derken Türkiye’de kazanan yine biber gazıydı. Nitekim bir önceki ay Bülent Arınç ile Yalçın Akdoğan’dan “affedersin lezbiyenler” açıklamaları gelmişti. Ve sonrası şu şekil:
21 Temmuz‘da Suruç’ta patlayan bomba 34 kişinin canına mal oldu.
Bülent Arınç’ın “bir kadın olarak sus” diye mecliste bir milletvekiline çıkışmasıyla Temmuz ayını kapadık.
Ağustos ayında Ekin Wan’ın kanlar içindeki çıplak cesedini gördük. Aynı günlerde Silvan, Silopi, Varto, Şemdinli, Lice’yle iletişim kesilmeye, yasaklar konmaya başlandı. O günlerde 113 kadın ve LGBTİ örgütü ortak deklarasyon yayınladı. Basit, temel bir soru soruyorlardı: “Savaşın, çatışmanın kıyıcılığını daha kaç kuşak yaşayacak? Telafisi olmayan bunca acıyla ne yapacağız?” Eylül‘de Barış için Kadın Girişimi Cizre’ye gitti.
Eylül‘de bir kötü haber de feminist ve LGBTİ hareketlerin Deli Aysel’i Zeliş Deniz’i trafik kazasında kaybetmemizdi. Yeni örgütlenen lezbiyen-biseksüel feministler çıkardıkları bültenin adını Zeliş koydular sonra.
Eylül‘de Deniz Gamze Ergüven’in yönettiği “Mustang” filminin 88. Oscar Ödülleri’nde Fransa adına “en iyi yabancı film” dalında yarışacağı açıklandı.
10 Ekim‘de Ankara Garı önünde patlatılan iki bomba sonucu 102 kişi öldü, 500’den fazla insan yaralandı, birçok insan sakat kaldı. Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en kanlı saldırıda yakınlarını kaybeden aileler hala olayın aydınlatılmasını bekliyor.
18 Ekim’de polis tarafından evinde vurulan Dilek Doğan, 25 Ekim’de hayatını kaybetti.
Kasım‘da özel harekât denilen insanlar Silvan’da duvarlara şunları yazıyorlardı:
Kasım ayında Çok sayıda LGBTİ sitesi erişme engellendi. TİB “yanlışlıkla oldu” dedi.
Özgecan Aslan davasının 3 Aralık‘ta görülen karar duruşmasında sanıklar Suphi Altındöken, Fatih Gökçe ve Necmettin Altındöken, “Canavarca his ve eziyetle kasten öldürme ağırlaştırılmış müebbet cezası” aldı. Mahkeme, cezalarda indirim yapmadı.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2015 yılında 303 kadının cinayete kurban gittiğini açıkladı. 2013’te 237 ve 2014’te 294 kadın cinayeti işlenmişti. En çok kadın cinayeti işlenen kent olan İstanbul’u İzmir, Ankara ve Diyarbakır izliyor. Öldürülen kadınların yüzde 50’si çocuk sahibi, yüzde 43’ü de evliydi. 27 kadın devlet koruması altındaydı. Rapora göre 2015’te öldürülen kadınların 110’u kocası veya boşandığı kocası, 50’si erkek arkadaşı, nişanlısı veya ayrıldığı erkek arkadaşı, 10’u oğlu, 8’i babası ve 75’i tanıdığı biri veya akrabası tarafından, 4’ü ise tanımadığı biri tarafından öldürüldü.
Ocak ayında bir AKP’li milletvekili bizi içten içe çürüten meselenin ne olduğunu bulduğunu beyan etti. F harfli ile başlayan bu dertten, kadınları, aileleri, memleketi, cümle alemi kurtarmak lazım geliyordu. FEMİNİZİM TÜM KÖTÜLÜKLERİN….
Yine Ocak ayında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu ise kadın ve şiddetin medyatik bir yapısı olduğunu (!?!?) belirtiyor ”Kadına şiddette bir algıda seçicilik var. Şiddet dediğimizde neden sadece kadını şiddetin merkezine, şiddeti de kadının merkezine koyuyoruz. Şiddet toplumsaldır” diyerek… Galiba ne dediğini kendi de bilmiyordu.
2016 Şubat’ta ise başka bir AKP milletvekili, eşcinselliğin herkes için en büyük tehditlerden biri olduğunu dile getirdi (e feminizm değil miydi o? en büyük kim?)
Artık 8 Mart yaklaştıkça nasıl pozisyon alacağını bilemeyen, bilmek de istemeyen siyasiler gelişigüzel sözcüklerle kadınların gününü kutlamaya başladılar. Biz geçtiğimiz Mart ayında Kadınlar Sizin Kadınınız Olmak İstemiyor diye bir yazı yayınlamıştık, bu sene Başbakan Davutoğlu ilişkiler ağını başka bir seviyeye taşıyarak, her kadının ikinci babası ve ikinci kardeşi olduğunu beyan etti. (İkinci kardeş mi???)
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 7 Mart‘ta “İstatistiklerle Kadın 2015” çalışmasının sonuçlarını açıkladı. Türkiye nüfusunun yüzde 50,2’sini erkek, yüzde 49,8’ini kadın nüfus oluşturuyor. Araştırmaya göre kadınların 35,5’i yaşamının herhangi bir döneminde fiziksel şiddete maruz kalıyor, yüzde 9,2’si okuma yazma bilmiyor.
Birkaç da yazı önerelim, yine geçen sene olup bitenlerle alakalı yayınlamışız.
15 yaşında bir kız tahliyeci hakime sordu: 38 kiloyum, tecavüze nasıl direneyim?
Kadın erkek eşitliği için kaç erkek öldürmemiz gerek?
Yeni TBMM, yeni başlangıçlar, kadına şiddet konusunda ne yapmalı?
Cansız Mankene Forma Giydirip Kına Gecesi Yapma Janrının Düşündürdükleri
Benim Yaşam sebebim Oldunuz, lezbiyen biseksüel feministler.
Şimdi dağılabiliriz.
8 Martınız kutlu olsun, mutlu olsun tabi, her şeye rağmen.
İmza: 5Harfliler ekibi.