İki ay önce yapılan bir düzenlemeyle Türkiye’de kız öğrencilere ortaokulda başörtüsü takma serbestiyeti getirildi. Aslında sadece ortaokulda değil, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ilkokul 5. sınıftan itibaren isteyen öğrencilerin (kız olanlar tabii) başörtüsü takabileceğini açıkladı.
Bu düzenleme feministler arasında hararetle tartışılıyor, bazen kamuya açık platformlarda, bazen kapalı.
5Harfliler’de ise henüz tartışılmadı.
5Harfliler 30 Eylül’de twitter hesabından “Ortaokulda başörtüsü serbestisi hakkında ne düşünüyorsunuz sevgili 5harfliler?” diye sorduğunda gelen en hızlı cevaplardan biri şuydu: “ben de ortaokulda başortuluydum hala da sağlıklı bir 5harfli olarak yaşamaya devam ediyorum sevgili site.”
İki aydır bu konunun 5Harfliler’de yer alamamasının sebeplerini bence özetleyen bir tepki bu. Başörtüsüyle ilgili her tür tartışmayı kişisel saldırı, geçmişine saldırı, ailesine saldırı gibi gören bu tutum “şu an beni çok kırıyorsunuz, beni çok kırmak üzeresiniz” nezaketiyle konuya ilişkin bütün tartışmaları daha baştan kapatmak istiyor.
Oysa burada tartışılacak çok önemli meseleler var: bu düzenlemeyi bir an olsun devlet baskıcılığını azaltan olumlu bir düzenleme gibi kabul edelim, peki ya aile baskıcılığı? Hangimiz yaşamadık ya da varolmadığını hangimiz iddia edebiliriz? Peki ya 6.sınıfa giden bir kız çocuğunun iradesi meselesi? 11 yaşında bir kızın taktığı başörtüsünün tam olarak neyi sakladığı sorusu, cinsel çağrışımları?
Bu sadece çocuklara ilişkin sorular. Acaba bu meselenin tartışılmasına dahi tahammülü olmayanlar konunun bir yerde kaçınılmaz olarak yetişkin kadına getirilen bir saklama, sakınma zorunluluğunun feminizmin neresinde durduğu sorusuna geleceğini mi düşünüyorlar? İyi de, konu oraya gelse ne olur? Bu soru neden sorulamazlar arasında?
“Göz göre göre, yüzüme karşı benim değerlerime ve inancıma küfreden insanlarla da aynı eyleme gitmek, aynı sloganları atmak kafa karıştırıcı hale gelmeye başladı.” diyor geçen hafta reçel yazarı. Yazar, aynı eyleme gittiği bazı kadınların dinle ilgili gerçek düşüncelerini kaç defa yutmak zorunda kaldığını, ortadaki dayanışmanın Rumeysa’nın birlikte slogan attığı dinsiz kadının dinle ilgili Rumeysa’nın yanında tek bir olumsuz söz söyleyemeyeceği sessiz anlaşmasına bağlı olduğunu, dinsiz arkadaşın bunu bildiği ve içten içe kendisine ve dünyaya yalan söylüyor gibi hissettiği için canına tak etme noktasında olabileceğinin farkında mı acaba?
Kadın mücadelesinden, dayanışmadan vazgeçmemeliyiz. Hele de Türkiye’de, hele de şu zamanda. Fakat bazı söylenemeyenler havayı ağırlaştırıyor, ‘o zaman ben küserim, kalkar giderim’ler biriktikçe daha beter hislere dönüşüyor. Güç birliğinde karar kılmalıyız, bence çoktan kıldık da. Ama bu tabularla, bu söylenemeyenlerle nasıl olacak?