İnsan 30’una girerken 20’li yaşlarının öne çıkan olayları üzerine biraz daha yoğun düşünüyor galiba. Benim 20’li yaşlarımın öne çıkan olayı babamın ölümü oldu.

ECİNNİLİK

30. Yaş Günüm, Babamın Yokluğu

Dün doğum günümdü. Otuz yaşıma bastım. Her yaş günümde babamın bir defasında işten arayıp “sen de böyle güzel güneşli bir Ekim gününde doğmuştun” diye kutlaması aklıma geliyor. Normalde sobeleyeceğim edebiyat numaralarından: iyi şeyler güzel havalarda olur. Ama müjdeli olay sizin doğumunuz, hikayeyi anlatan babanız olunca nedense edebi otopsiye girmek daha zor oluyor… Tabii, diyor kibriniz, Ekim ayının pis bir gününde de gelebilirdim ama ben güneşlisinde geldim. Çünkü ben iyi haberim. Çünkü babam öyle diyor. Çünkü babam yalan söylemez.

 

İnsan 30’una girerken 20’li yaşlarının öne çıkan olayları üzerine biraz daha yoğun düşünüyor galiba. Benim 20’li yaşlarımın öne çıkan olayı babamın ölümü oldu. Ani diyebileceğim, üç ay içerisinde başlayıp biten ve beni 27 onu 56 yaşında bulan bir ölüm.

 

Babamı ne çok özlediğimden fazla bahsedemiyorum. Kendimi üzmemek için, annemi ablamı üzmemek için. Hele de en yakınlarının ölümü hayatına değmemişlere bu konudan bahsetmek öyle zor oluyor ki. İnsanlara babalarının ölümlülüğünü hatırlatmanın tad kaçırıcılıkta son nokta olduğunu çok kısa sürede öğreniyorsunuz. Anlattığınızın tedavisiz, tesellisiz, çözümsüz bir şey olduğunun herkes farkında ve herkes aynısının başına gelmesini bekliyor. Hem de bunun başa gelmesi ihtimallerden iyisi, diğerinde sizin ölümünüz daha önce geliyor zira. Gelmemesi gibi bir ihtimal ise – yok. Çöken sessizlik, yüzlerdeki ekşilik bundan. O yüzden, sadist gibi neden durup dururken bunları düşündüreyim ki dostlarıma diye düşünüyorsunuz.

 

Nasıl bir his olduğunu bildiğini sananlar daha da sınayıcı. Kız arkadaşının kendisini terkedişiyle ilgili müthiş kendinden emin bir ifadeyle “beyinde etkisi aynı yas gibiymiş biliyor musun” diyen arkadaşıma bunları söylerken gözüme takım elbise giydirilmiş altı bezli bebek gibi göründüğünü ona nasıl anlatayım. Ya da neden.

 

Üstelik belki bazı insanlarda bazı sevgili terkedişleri yasla aynı etkiyi yapıyordur hakikaten. Benim bu keder ölçerliğim nereden çıkıyor? Babamın ölümü bana bir üstünlük, bilgelik hissi mi veriyor yoksa?

 

…Öyleyse de kolayca iade edebileceğim bir bilgelik hissi bu. Kimisi kaybettikleriyle rüyalarda buluşmayı iple çekiyor. Bana ise rüyalar çok ağır geliyor. Uyanış kısmı fazla acılı çünkü. Yeni evime taşındıktan sonra gördüğüm bir rüyada kendime şöyle diyordum: “Aa babamı hala çağırmadım buraya, evimi daha görmedi”. Uyanış mahmurluğunda ilk birkaç saniye uçuşan “babamı arayayım da buluşalım” ve hemen arkasından gelen “babamı arayamam ki, babam öldü benim” hatırlaması. Beynimin bu basit gerçeği hatırlamak için yaptığı o iki saniyelik işlem yakıcı oluyor. “Var” ile “Vardı, artık yok” arasındaki o iki saniye bu bilgeliğin bedeli.

 

Ölçerim karşılaştığım her kederi

Kısık, delici gözlerle

Benimki kadar çeker mi acaba

Yoksa hafif mi gelir daha

 

diyor Emily Dickinson bir şiirinde. Bu keder ölçerliğin bir öfkeden, bir çeşit adaletsizliğe uğramış olma duygusundan geldiğini tahmin ediyorum. Benimkinde babamın yaşlılığını göremeyecek olmasının öfkesi bu. Fakat ara sıra kendime soruyorum: babam yaşlı olmak istiyor muydu ki? Hasta yatağında ölmek istediğini söylediğini biliyorum. Bu bilgi bazı günler beni rahatlatıyor, sanki ölümünde biraz da olsa söz hakkı olmuş gibi. Bazı günler ise canımı acıtıyor. Ama soru aklımın hep bir köşesinde: babam yaşlı olmak istiyor muydu ki?

 

Babamın yokluğu ve otuzuncu yaş günümün çarpıştığı noktada ise soru daha genelleşiyor: kim yaşlı olmak ister ki?

 

Akılsızlığı, çiğliği çocuklukla ya da ergenlikle özdeşleştirmeye meyilliyim, bu yazıda bile var. O zaman yaşlılık bana güzel şeyler vaat etmeli değil mi? Gözlerimi içimden devirecek yüce gönüllülüğe, ayıp örtücülüğe eriştiğim bir altın çağ belki? Bunu yazarken gülüyorum… Bütün gün daha az bilgelerin salaklığını affeden ama içinden affeden bilge. Bilgelik dediğimiz sadece buysa ya? İçinden affetmece ve mütemadiyen mide ilacı içmece.

 

Özlemimden bahsedemeyişimden bahsetmeye devam edebilir miyim hazır başlamışken. Konuyu açmakta zorlanmamın bir sebebi de kulağa babamı övüyor gibi gelecek olmasından korkmam. Bir insanın kusurları ve erdemlerini çocuğundan daha iyi kim bilebilir. Karısı. Ama heralde bir başkası değil. Başkalarına babamı övmek istemiyorum çünkü bu babamın özlenmeye değerliğini tartışmaya açmak gibi geliyor. Fakat ilgilendiğim o değil. Benim onu özlediğimi söylemeye ihtiyacım var sadece. Başkalarına, kendime.

 

Babamın yokluğu diyip duruyorum ama bulabildiğim tek teselli yine onun sözlerindeyse belki de yokluk yanlış kelime. Kimsenin ölmediği bir dünyanın ne kadar korkunç olacağını anlattığını hatırlıyorum bir defasında. Bir gün kavuşacağız, öbür diyarda buluşacağız gibi ne kendisinin ne benim inandığım hikayeler yerine kimsenin sevdiğinin ölmediği dünyanın zombi kıyameti gibi bir şey olacağına dikkat çekmenin ne şık bir hareket olduğunu şimdi daha iyi takdir edebiliyorum. (Hani övmeyecektik?) Kederin, depresyonun insanı değersiz ve bok gibi hissettiren bir tarafı varsa kendini dünyanın merkezinde zannettiren bir tarafı da var. Benim büyük kederim ve dünyanın geri kalanı. Öyle olmadığımızı hatırlamakta her zaman ferah var.

 

***

 

30. yaş günüme dönecek olursam… Bu sene de hava güzeldi. Çok güneşliydi. Sanki iyi şeyler olacakmış gibi.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YSalacak’ta İki Kız
Salacak’ta İki Kız

"Bilinmeyen" fotoğrafçı kimdi? Bu fotoğraf kaç senesinde çekildi?

KÜLTÜR

YBunca Zaman Arkadaş Olabilir Miydik Yani?
Bunca Zaman Arkadaş Olabilir Miydik Yani?

Ryan Murphy'nin yeni dizisi "Feud: Bette and Joan" üzerine

Bir de bunlar var

Sezonun It Çantası
Bir düşük hikayesi: “Neyse ki ucuz atlattın”
Timsahın Kolesterol Yolculuğu

Pin It on Pinterest