Covid-19’un damgasını vurduğu 2020 yılında, kadınlar ve LGBTQ+ bireyler için hayat ve mücadele her zamankinden çetin geçti. Türkiye’de zaten korkunç rakamlarla seyreden kadın cinayetlerinin pandemi koşullarında daha da arttığı, buna karşın kadınların şiddet ve ayrımcılık karşısında en büyük yasal güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi ‘nin elimizden alınmaya çalışıldığı bir sene geçirdik. Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde kazandığı son il belediyesinin kayyum aracılığıyla gasp edilmesinin ardından siyasi alan neredeyse tamamıyla kapandı. Oylarımızla seçip meclise gönderdiğimiz milletvekillerimiz de dahil olmak üzere Kürt kadın hareketinin büyük gücü cezaevlerindeyken, kayyum atanan illerde kadınlara yönelik hizmet ve faaliyetlerin tamamına son verilmesi bu bölgelerde yaşayan kadınların hayatını bambaşka bir cendereye soktu. Yılın son çeyreğinde bir de savaşa tanık olduk; kendini Azerbaycan’la birlikte savaşa girmiş kabul eden Türkiye’nin en iyi konuştuğu dilin militarist, savaş dili olduğuna bir kez daha kani olarak.
Diğer yandan sosyal medyanın neredeyse tek kamusal alana dönüşmesi, bir yandan burayı bir politika alanına çevirme refleksini güçlendirse de, diğer yandan sosyal medya kavgalarının ve kamplaşmaların feministlerin gündemini gereğinden fazla belirlediği bir sene geçirdik. TERF argümanları giderek artan sıklıkla duymaya başladık. Ama bu artan ve kendisine entelektüel bir çerçeve bulan transfobiyle beraber trans feminizmin de güçlendiğine, söz ve eylem alanının genişlediğine şahit olduk. Yılın son günlerinde başlayan ifşa dalgasıyla beraber Türkiyeli kadınlar, başta edebiyat camiası olmak üzere, yaratıcı ve entelektüel çevre ve sektörlerdeki itibar sahibi adamların arkalarında gizledikleri cinsel şiddet çetelesine bakmaya zorladı bizi.
Her açıdan zorlu bir sene geçirdik. Peki biz Türkiye’de kendi gündemimizle kavrulurken, dünyanın başka yerlerinde kadınlar ve kuirler neler yaşadı?
Manşetlere yansıyan mücadeleleriyle Polonyalı kadınların kürtaj yasağına karşı milyonlarla doldurdukları meydanlar, Arjantinli kadınların yine meydanlarda kutladıkları kürtaj hakkı yasası 2020’nin öne çıkan kadın hareketi haberlerindendi. Kadın cinayetlerinin korkunç rakamlara ulaştığı Meksika’da hükümetin eylemsizliğini protesto eden kadınların Sonora eyaletindeki mahkemeyi ateşe verişini de izledik hep birlikte, Amerika Birleşik Devletleri’nde Kamala Harris’in başkan yardımcılığının feminist bir kazanım olup olmadığı tartışamlarına da baktık göz ucuyla. Ekonomik kriz ve siyasal çalkantıyla sallanan Lübnan’ın bir de 4 Ağustos’ta büyük patlamayla aldığı darbenin ardından Ekim 2019’daki ayaklanmadan itibaren sokakları ve meydanları bırakmayan Lübnanlı feminist ve kuir aktivistlerin nasıl koşullarda devam ettiklerini merak ettik. Hindistan’da vatandaşlık yasası etrafında oluşan kıyamet görüntülerini izlerken yılın son günlerinde 250 milyon işçinin manşetlere çekilen tarifiyle “yeryüzünün en büyük grevini” gerçekleştirişlerine şahit olduk.
5Harfliler olarak bu uğursuz yılı kapatırken, başka memleketlerdeki feminist yol arkadaşlarımızın gündemlerine kulak vermek istedik. Meksika, Polonya, Brezilya, Güney Afrika, Lübnan, Tanzanya, Almanya, İran, Lübnan ve Hindistan’daki feminist yoldaşlarımıza nasıl bir sene geçirdiklerini sorduk. Feminist ve kuir hareketlerin en önemli gündemleri nelerdi? Devlet şiddeti, erkek şiddeti, ekonomik eşitsizlik ve şiddet Covid-19’la birleşince nasıl bir toplam ortaya çıkardı? Feminist hareket nasıl örgütlendi? Hangi sorunlara nasıl çözümler geliştirdi? Sosyal medya hesaplarından takip edebileceğimiz, irtibatta kalabileceğimiz bazı gruplar hangileri?
Yorgun yerküremizin kısıtlı bir bölümünü kapsasa da bir araya getirdiğimiz bu 2020 yılı kadın ve kuir hareketler özetinin, 2021’de bizleri nelerin beklediğiyle ilgili önemli ipuçları taşıdığını düşünüyoruz. 2021’in politik mücadelelerini nasıl kuracağımıza, yani feminist yol haritamıza dair de bize yardımı dokunacağını umarak…
(Derlemenin orijinal İngilizcesi için buraya tıklayınız.)
Meksika – Dawn Marie Paley, gazeteci, Drug War Capitalism (Uyuşturucuya Karşı Savaş Kapitalizmi) kitabının yazarı. Puebla, Meksika’da yaşıyor.
Bu yıl Meksika’da kadınlar, kuirler, translar ve onları destekleyen herkes şiddete dur demek ve kürtaj hakkı için sokaklardaydı. Dünya Kadınlar Günü yürüyüşü bugüne kadarki en kalabalık yürüyüş oldu fakat Mart ayı başlarında sokaklarda görülen coşku ve güç, Covid-19’un yayılmasıyla kısa sürede azaldı. Pandemi yayıldıkça karantina birçok aileyi evde kalmaya zorladığından, feministler gıda dağıtımı yapmak ve şiddetin kaydını tutmak adına örgütlenmeye başladı. Halk, virüsün yayılmasına ve çok azının sağlık hizmetlerine veya devlet yardımına erişimi olmasına rağmen sonbaharda sokaklara geri döndü.
Bu yıl, sanatçı ve aktivist Isabel Cabanillas’ın ABD-Meksika sınırındaki Ciudad Juarez’de kurşunla vurularak öldürülmesi ile başlamıştı. Cabanillas, üyeleri cinayetin hemen ardından harekete geçen Hijas de su Maquilera Madre topluluğuna üyeydi. Meksika’da kadınlar, 25 yaşındaki Ingrid Escamilla’nın öldürülmesi, parçalanmış vücudunun görüntülerinin dolaşıma girmesi ve 7 yaşındaki Fátima Cecilia Aldrighet’in işkence görüp öldürülmesinin ardından Şubat ayında sokaklara döküldü.
Kamuoyunda yankı bulan bu ilk cinayetler, yaklaşık 4000 kadının öldürüldüğü ve 1227 kadının ortadan kaybolduğu bir yılın hemen ardından gerçekleşti. Kadınların çoğunlukla yakın partnerlerinden gördükleri şiddetin aşırılaşan biçimleri savaş ve uyuşturucuyla mücadele adına, öncelikli olarak erkekler üzerinde uygulanan devlet şiddetinin ve paramiliter şiddetin yaygınlaşmasıyla birlikte daha da arttı.
7 Mart’ta Cabanillas’ın arkadaşları, ailesi ve bir parçası olduğu sosyal gruplardan yüzlerce kişi Ciudad Juárez’de yürüyüş yaptı. İlk olarak, tecavüz ve tacizle suçlanan erkeklerin fotoğraflarını ve isimlerini suç mahalli olarak bilinen bir alt geçidin altına yapıştırmak için toplandılar. Hijas de su Maquilera Madre, Dünya Kadınlar Günü yürüyüşünden bir gün önce toplanmak üzere çağrı yaptı, çünkü devlet mercileri ve savcılarla yakın ilişkilere sahip olan ve daha uzlaşmacı politik pozisyonlar almaya meyleden kurumsal kadın gruplarıyla olan anlaşmazlıklarını ve onlara olan öfkelerini göstermek istediler.
8 Mart’ta yüz binlerce kadın ve destekçileri, ülkedeki şehir ve kasabalara akın etti. Meksika’da yaklaşık 80.000 kişi yürüdü. Ben de, yerel gazetecilerin bugüne kadar gördükleri en büyük Dünya Kadınlar Günü yürüyüşü olduğunu söyledikleri Juárez’deydim. Hijas de su Maquilera Madre’de aktivist olan Sirena, o öğleden sonra bir röportajda bana, “Meksika’da kadınların gittikçe daha çok radikalleştiğini görüyorum. Son yıllarda daha sıkı örgütlendiklerine şahit olduk. Bu şehirde bile, lisedeki ve ortaokuldaki genç kadınlar okullarındaki saldırganlara karşı seslerini yükseltiyor ve bu bizi çok mutlu ediyor,” dedi.
Ertesi gün Pazartesi’ydi. Bazı kadınlar, başlangıçta TERF grup Brujas del Mar ve sonrasında da Meksika hükümeti tarafından desteklenen “kadınsız bir gün” çağrısına yanıt verdi. Birkaç şirket ve devlet kurumu kadınlara bir günlük izin verdi. Eylem tam bir karmaşaydı ve siyasi değildi, Meksikalı kadınların evde her gün ortalama 5,5 saat ücretsiz çalıştığı gerçeğine dikkat çekmiyordu.
Sonraki haftalarda COVID-19 salgını Meksika’da yayıldı ve insanlardan evlerinde kalmaları istendi. Bu durum kadına şiddeti arttırdı, etrafı korku ve endişe sardı. Bir araya gelme korkusu insanları ele geçirdikçe 8 Mart’ın ruhu da söndü.
Bu durumda bile, meclis kürtajın yasallaştırılmasını tartışırken Guanajuato eyaletindeki kadınlar Mayıs ayında sokaklardaydı, Temmuz ayındaysa Veracruz’daki kadınlar eylemdeydi. Kürtajın yasallaşması girişimleri her iki eyalette de başarısız oldu. Ancak Eylül ayında Oaxaca eyaletinde kürtaj suç olmaktan çıkarıldı. Böylece Oaxaca, Meksika’dan sonra ülkede bunu yapan ikinci eyalet oldu.
Temmuz ayında, trans aktivist ve tıp doktoru Elizabeth Montaño, Morelos eyaletinde öldürüldü. Bu yıl Meksika’da öldürülen 45 transtan biriydi. Translar için ortalama yaşam süresi Meksika’da sadece 35 yıl ve ülke, dünyadaki en yüksek trans ölüm oranlarından birine sahip. Kuir ve translar Eylül ayında Meksika’da şiddete karşı bir yürüyüş düzenlediler.
Çocukları şiddet mağduru olan iki kadın, 2 Eylül’de baş komiserle yaptıkları görüşmeden sonra Ulusal İnsan Hakları Komisyonu’nun ofisinden ayrılmayı reddetti. Destek çağrısı yaparak feminist kolektifleri arkalarına aldılar. İki gün sonra ise işgal ciddi bir boyut aldı. Söz konusu kadınlar, eski başkan Francisco I. Madero’nun bir portresini tahrif edip müzayedede satarak büyük yankı uyandırdı. Kadınlar eyalet düzeyindeki İnsan Hakları bürolarını sembolik olarak işgal ettiklerinde, ülkenin dört bir yanındaki şehirlerde de dayanışma eylemleri gerçekleştirildi. Meksika’daki Ecatepec bölgesinde, eylemciler şiddet kullanılarak binadan çıkarıldı.
28 Eylül Uluslararası Güvenli Kürtaj Günü’nde ülke çapında yürüyüşler düzenlendi. Meksika’da kadınların isyanı şiddet yoluyla bastırıldı ve polis tarafından şehrin ana meydanına girmeleri engellendi. Ulusal İnsan Hakları Komisyonu’nun işgali devam etti, ancak topluluktaki ihtilaflar ve bazı TERF’lerin dışlayıcı söylemleri nedeniyle Ekim ayının sonunda eylemde sadece birkaç düzine kadın kalmıştı (Aralık’taysa bu sayı bir avuç kadardı).
Turistlerin rağbet gösterdiği Cancún’unda öldürülen Bianca Alejandrina’nın (Alexis adını kullanıyordu) katli yüzlerce kadının tekrar sokaklara dökülmesine neden oldu. Polisler gerçek silahlar kullanarak iki protestocuyu vurup on beş kişiyi yaralayarak ulusal bir skandala yol açtılar.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde Meksika’daki feminist kolektifler ve destekçileri yeniden bir yürüyüş yaptı. Birçok şehirde, kadınların başı çektiği gösterilerde giderek daha fazla kadın polis görevlendiriliyor. Anaakım medya, kadınların “şiddete” başvurmalarına ilişkin tartışmaları teşvik ediyor. Sosyal medyada pek çok kadın, bu eylemlerde mülke verilen zararların ve vandalizmin şiddet olarak lanse edilmesini ve kriminalize edilmesini kabul etmiyor.
23 Kasım’da bir grup kadın Puebla’daki eyalet kongresini devraldı. Taleplerinin merkezinde, pek çok kez tartışılan fakat bir sonuca bağlanmayan güvenli, ücretsiz ve yasal kürtaj vardı. Aralık ayının ortasından beri kadınlar, transfobiyi reddettiklerini belirtmek amacıyla trans bayrakları açarak alanları işgal etmeye devam ediyor. TERF’liği benimseyen çok sayıda kolektifin olduğu bir ortamda bu oldukça önemli bir hareket.
Polonya – Agata Kowalewska, Varşova Üniversitesi’nde doktora öğrencisi ve sanatçı.
Julia Kata, 2008’den beri Polonya’da trans, na-binary ve interseks hakları için çalışan Trans-Fuzja‘nın başkan yardımcısı
Agata Kowalewska:
“Asla yalnız yürümeyeceksin!” Polonya’da 2020 yılında kuir ve kadın hakları için düzenlenen ve Polonya’nın komünist rejim sonrası (1989’dan sonraki dönem) tarihindeki en büyük gösteriler haline gelen eylemlerin ana sloganıydı. Yılın ilk yarısına, iktidardaki sağcı koalisyonun ve müttefiki Katolik Kilisesi yetkililerinin bu yılki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Andrzej Duda’nın ikinci dönemini garantileyebilmek için tutturdukları, giderek artan nefret dolu LGBT karşıtı anlatılar hakim oldu (Örneğin Duda, “LGBT insan değil, ideolojidir” diyerek başkan olmuştu). Birçok belediye ve ilçe ayrımcı yasaları kabul etti ve kendilerini “LGBT’den arındırılmış bölge” ilan etti. Bu, seçim karşıtı ve LGBT karşıtı STK’lardan oluşmuş büyüyen bir çevrenin (bunlardan en önemlisi Ordo Iuris Enstitüsü) desteğiyle gerçekleşti. Gündelik hayattaki homofobik ve transfobik şiddet, politikacılar ve din adamlarınca da desteklenerek katlanarak arttı. Bu durum bazı kuirlerin ülkeyi terk etmek zorunda kalmalarına neden oldu.
ILGA-Europe tarafından hazırlanan “2020 Gökkuşağı Haritasında” Polonya, LGBTQ + hakları açısından en kötü AB ülkesi seçildi. Şiddete karşı koymak için bazı şehirlerde ilk defa eylemler ve onur yürüyüşleri düzenlendi. Yaz mevsimiyle beraber polisin kuir aktivistler üzerinde uyguladığı baskılarla devletin baskıları da arttı. Bunlardan en bilineni Stop Bzdurom (Stop the Bullshit / Saçmalığı Kes) kolektifinden Margot Szutowicz’e yönelikti. Stop Bzdurom hem çevrimiçi hem de doğrudan eylem yoluyla cinsiyet bilincini artırmayı hedefleyen ve kürtaj karşıtı örgütlerce yayılmış yanlış ve fobik bilgilerle mücadele eden bir grup genç kuir anarşistten oluşuyor. Margot Szutowicz tutuklandı ve homofobik sloganlarla kaplı bir kamyona zarar verdiği, İsa heykelinin eline gökkuşağı bayrağı tutuşturduğu için üç hafta hapis yattı.
Başlangıçta iki ay hapis cezasına çarptırılsa da, yerel ve uluslararası baskılar sayesinde daha erken serbest bırakıldı. Artan devlet şiddetinin ortasında kuir aktivizme yönelik sosyal desteğin arttığının somut bir örneğidir bu. Aynı dönemde Polonya hükümeti gereksiz olduğunu ve “yabancı değerler ve cinsiyet ideolojisi” getirdiğini iddia ettiği İstanbul Sözleşmesi’nin iptali sürecini başlattı.
COVID-19 vakaları hızla artarken ve salgın diğer yerlerde olduğu gibi burada da kırılgan grupları en sert şekilde vururken hükümet tarafından atanan Anayasa Mahkemesi 22 Ekim’de, fetal anormallikler nedeniyle yapılan kürtajların ülke anayasasını ihlal ettiğine karar verdi. Polonya halihazırda dünyadaki en katı kürtaj karşıtı yasalara sahip olduğundan bu karar tüm kürtajları illegal hale getiriyordu. Tepki gecikmedi. Çoğu genç kadın, kuir ve destekçilerden oluşan binlerce insan sokaklara döküldü. Ülke çapındaki mitinglerin ilk gecesinde polis zaten biber gazı kullanmıştı. Yine de buna rağmen protestolar büyüdü ve neredeyse her gün devam ederek daha geniş destek topladı. En önemlisi, daha küçük kasabalara da yayıldılar ve daha önce sokak protestolarına hiç katılmamış insanları harekete geçirdiler. Şimdiye kadar görülmüş en büyük protesto, ülke genelinde 410 farklı yerde, 430 binin üzerinde kişiyle gerçekleşti. Protestolar çoğunlukla lidersiz ilerlese de, 2016’da başlamış feminist hareket Ogólnopolski Strajk Kobiet etrafında gerçekleşiyor. Başta neoliberaller olmak üzere birçok politikacı harekete dahil olmaya çalışıyor ancak kendileri daha çok protestoculara nasıl protesto etmeleri gerektiğini, hangi hedeflerin “gerçekçi” olduğunu ve “konuyla alakası olmayan insanları” nasıl korkutmayacaklarını öğretmeye yeltendiklerinden hızla reddediliyorlar. Bu toplu hareket kitlesel irtidatları da tetikledi çünkü insanlar açıkça homofobik, kadın düşmanı ve pedofiliyi gizleyen Polonya Katolik Kilisesi’yle bağlarını devam ettirmek istemiyorlar.
Polonya toplumu son yıllarda mülteci krizleri, iklim değişikliği, çevre ve LGBTQ+ hakları dahil olmak üzere birçok konuda giderek daha fazla bölündü. 2020, insanların baskıya karşı hep birlikte hareket ettiği bir yıl olduğu için önem arz ediyor. Örneğin, bisikletli genç kadınlar ve yaşlı taksi şoförleri yolları birlikte kapattılar. Kömür madencileri, çiftçiler, paramedikler, otobüs şoförleri ve öğretmenler desteklerini göstermekten çekinmediler. Pek çok insan doğrudan eylem aktivizmiyle ilgili hızlandırılmış kurslar alıyor, biber gazı ile nasıl başa çıkılacağını, bir arada kalmayı ve polis kordonundan nasıl kaçınılacağını öğreniyor.
Protestolar aynı zamanda çokkuşaklı dayanışma için bir ortam sağlıyor —bu noktada 1954 ile 1993 arasında kürtajın Polonya’da yasal olduğunu hatırlatmakta fayda var. Bu devasa hareket elbette kırılgan bir koalisyon çünkü çok fazla alandan talepler içeriyor. Protestolar büyüdükçe feminist bir aradalığa, kürtaj talebine ve kuir haklara dair özgün mesajlardan bazıları, kimi zaman, uzun süredir kaynamakta olan hükümet karşıtlığının gölgesinde kalabiliyor. Yine de kız kardeşlik vurgusu (asla yalnız yürümeyeceksin!) hareketin tam merkezinde yer almaya devam ediyor. Ayrıca, muhafazakarların LGBT milislerinin hetero insanları dövdüğü şeklindeki iftiralarına alaycı bir cevap olarak kurulmuş olan Homokomando grubu da dahil olmak üzere, tüm kuir aktivistler protestoların ön saflarında yer almayı sürdürüyor. Polis protestocuların kollarını kırmak, onları dövmek ve onlara cinsel tacizde bulunmak da dahil olmak üzere taktiklerini acımasızlaştırdıkça aktivist uzmanlığı ve protestocuların korunmasının daha da önemli hale geldiğini gördük. (Sloganlarımızdan bir diğeri, Lehçede kafiyeli okunan: devlet beni korumadığında, kız kardeşimi savunacağım).
Polis şiddeti amaçlandığının aksine protestocular arasındaki dayanışmayı canlandırıyor. Eylemlere katılmayan ama evlerinin kapılarını açarak polis tutuklamalarından kaçan protestoculara barınak sağlayan ve onlara bir fincan çay ikram eden (Polonya’da havalar gerçekten de soğumaya başladı!) ve bazen sadece pencerelerinden el sallayan pek çok insan var. Ayrıca mitinglerde tıbbi destek veya ücretsiz hukuki yardım sağlayan pek çok gönüllü mevcut. İçeri atılan mağdurlar için yapılan protestoları mali olarak destekleyenler ve baskı mağdurları için fon oluşturanlar da var (örneğin, Szpila topluluğu).
Son yıllarda binlerce Polonyalı kadının güvenli kürtaj yapmasına yardımcı olan halk örgütü Aborcyjny Dream Team, bir aydan biraz uzun bir süre içinde yaklaşık 1,5 milyon Ziloti (3 milyon TRY’den fazla) topladı. Polis tarafından gözaltına alınan her kişi için, tutuklu başka bir şehre taşınsa bile, serbest bırakılıncaya kadar karakolların önünde dayanışma gösterileri düzenleniyor. Devlet şiddetindeki artıştan bu yana, kadın grevlerine verilen halk desteği % 70’e kadar yükseldi. Bu destek, protestoların Polonya’da hâlâ yaygın olan, kadınların münasip davranması gerektiği gibi fikirleri reddetmesine rağmen gerçekleşiyor. Protestocular öfkelerini harekete geçiriyor, savaş çığlığımız ise “wypierdalać” (“siktir git” demek ama bundan daha da fazlası). Hareket, mahkemenin verdiği o berbat kararla ilgili olmaktan çıkalı çok oldu. Şimdi özgürlüklerimiz ve tüm haklarımız için yürüyoruz. Ve hiçbirimiz asla yalnız yürümeyeceğiz!
Takip edebileceğiniz sosyal medya linkleri: @ogolnopolskistrajkkobiet @aborcyjnydreamteam @kolektywszpila @homokomando @stopbzdurom.pamietamy ve @stopbzdurom
Julia Kata:
Polonya’daki insan hakları ihlalleri derinleştikçe – ki sizler bunun kürtajla ilgili kısmını duydunuz medyada – önümüdeki sene tarihimizin en zor senelerinden biri olacak gibi duruyor. Kürtaja erişim hakkı için verdiğimiz mücadele, translar, na-binary’ler ve interseksler için genel cinsel ve üreme sağlığı alanında devam edecek. Bu sene ana akım medyada artan TERF anlatılara da daha fazla eğilmemiz ve bu söylemlerle mücadele etmemiz gerekecek. 2021’de muhtelif sosyal adelet alanlarında çalışan örgütlerin daha kuvvetli bağlarla bir araya gelmesi ve eşitlik için mücadelede güçlerini birleştirmesi gerektiğine inanıyoruz.
Brezilya – Bárbara Paes, Minas Programam (Ani Hao’ya bizi tanıştırdığı için teşekkür ederiz.)
Brezilyalı siyah bir feministim. Cinsiyet ve Kalkınma alanında yüksek lisans yaptım ve 2015’te Ariane Cor ve Fernanda Balbino ile (“kadınlar kodlama yapıyor”, “kızlar program yapıyor” gibi anlamlara gelen) Minas Programam‘ı kurduk. Minas Programam, São Paulo’lu kadınların teknoloji hakkında bilgi edinebilecekleri bir yer. Bu işe ilk başladığımız zamanlarda, kadınlar ve ikili cinsiyet rejiminin dışındaki bireyler için çok pahalı olmayan veya onları hor görmeyen kodlama/programlama yerleri bulmak zordu —özellikle de fakir bir mahalleden gelen, ırkçılığa maruz kalan biriyseniz ve pahalı bir kursa paranız yetmiyorsa. Minas Programam’da çoğunlukla şehir merkezine uzak mahallelerde yaşayan siyah kadınlara birçok ücretsiz ders sunuyoruz. Derslerin tamamı kadınlar ve ikili cinsiyet rejiminin dışındaki bireyler tarafından verilmekte. Ayrıca ihtiyacı olan öğrencilere de eğitimleri için burs sağlıyoruz.
Sorularınızı düşündüğümde, akla hemen iki sorun geliyor. Biri beyaz olmayanlara karşı ırkçı şiddet, diğeri ise, cinsel sağlık ve üreme sağlığı haklarıyla ilgili. Brezilya, yapısal ırkçılık ve yerli halkların, siyah Brezilyalıların (Afrika kökenli Brezilyalıların) baskılanması üzerine kurulmuş bir ülke. Şu an için (her zaman olduğu gibi), en mühim sorunlardan bazılarının ülkemizin bugüne kadar sürdürdüğü daimi ırkçılıktan kaynaklandığını söyleyebilirim. Her gün, onlarca siyah Brezilyalı, polis güçleri tarafından öldürülüyor ve kaliteli sağlık, eğitim ve iş olanaklarından yoksun bırakılıyor. (Bu arada, sözü açılmışken Kasım sonunda, altmış yaşındaki siyah bir adamın acımasızca öldürülmesini protesto etmek için ülke çapında eylemler yaptığımızı da ekleyebilirim).
Aynı zamanda, yönetimdeki devlet başkan, uzun süredir kadın haklarını tehdit eden aşırı sağcı siyasetçiler topluluğunun temsilcisi. Bu kısa makaleyi geçen yıl bir arkadaşımla yazdık, sanırım endişelerimi fazlasıyla özetliyor. Bolsonaro iktidara geldiği gibi kadınlara yönelik sosyal hizmet programlarının fonları kesildi. 2003-13 arası siyah kadın cinayetleri %54 arttı, aynı dönemde beyaz kadın cinayetleri ise %9.8 azaldı. Bolsonaro’nun seçim kampanyası, bu ırkçı ve cinsiyetçi yapılara karşı güçlenen ve kazanımlar elde eden feminist harekete karşı kurulmuştu. Pandemi boyunca, makalede bahsettiğimiz her şey daha da kötüleşti —özellikle de kadına yönelik şiddet ve kadınların kürtaja erişimi. (Brezilya’da kürtaj bazı durumlarda yasal ancak kürtaj yapan hastanelerin yalnızca % 55’i şu an iş görür halde).
Mücadele eden çok fazla feminist topluluk var, bir liste çıkarmak bile oldukça güç! Kadınların güvenli kürtaja erişimini desteklemek için bir fon oluşturan AzMina ve Instituto Anis gibi kuruluşların çalışmaları çok önemli. Ayrıca ülkenin dört bir yanındaki kadınları siyasete katılmaları için harekete geçiren Mulheres Negras Decidem’den (Siyah Kadınlar Seçiyor) bahsetmek istiyorum. Siyah kadınlara karşı politik şiddet oranlarının yüksek, bu kadınların siyasetteki yüzdesininse son derece düşük olduğu bir ülkede (nüfusumuzun % 27’si siyah kadınlardan oluşuyor olsa da), bu çalışma oldukça değerli. Konu hakkında ne kadar bilgi sahibisiniz bilmiyorum ama Brezilya nüfusunun yarısından fazlası Afrika kökenliyken, siyasi iktidar mevkilerini işgal eden siyahların sayısı son derece düşük. Dolayısıyla, ırkçılık ve cinsiyetçilik karşıtı gündemlerle aday olan, bu yenilikçi kadınları desteklemek adına yaptıkları çalışma devrim niteliğinde. (Bağlamı daha iyi anlayabilmeniz adına şu makaleyi ve şunu tavsiye edebilirim.)
Brezilya’daki siyah feminizm hareketinin ne durumda olduğunu öğrenebilmek için tüm ülkeden aktivistlerle röportaj yaptıkları (ülke çok büyük olduğundan kim nerede ne yapıyor pek bilemiyorduk) bu kapsamlı araştırma muhteşem. Buna benzer çalışmalar daha önce hiç yapılmadı. Araştırmadan edinilen temel bilgiler, aktivistlerin pandemiden etkilenen insanları/toplulukları desteklemek, onların hakları için toplanmak ve protesto yapmak, hükümet yetersiz kaldığında sosyal adalet için çözümler üretmek gibi halihazırda birçok alanda çığır açıcı işler yaptığına işaret ediyor. Ayrıca Brezilya’nın yaşadığı krizin çıkış kapısını aralayacak olanların iktidarda görmeye alıştığımız siyasi güçler olmadığını, bunu bizzat aktivistlerin ve ürettikleri çözümlerin yapacağını da açıkça gösteriyor.
Bahsettiğim gruplar arasında (bildiğim kadarıyla) herhangi bir ihtilaf yok ama daha genel konuşacak olursam Brezilya’da feminizme birçok farklı yaklaşım var. Brezilya’nın tarihini ve güncel bağlamını göz önünde bulundurursak ben feminizmin farklı kadınların farklı kimliklerine ve toplumsal yapılarına, karşılaştıkları farklı baskılara göre mücadele etmesi gerektiğine inanıyorum. Benim için bu, feminizmin gerçekten özgürleştirici ve etkili olabilmesi için toplumsal cinsiyete, toplumsal cinsiyetin ifade edilişine, ırka, etnik yapıya, engelliliğe, sınıfa, kökene ve daha birçok şeye bakması gerektiği anlamına geliyor. Bence Brezilya’daki siyah kadın aktivizmi en ezber bozan işi yapıyor!
Diğer bir harika örnek ise Blogueiras Negras tarafından yapılan çalışma. Blogueiras Negras Brezilyalı siyah kadınlar hakkında yayın yapmayı ilke edinmiş ilk çevrimiçi platformlardan biriydi. Kadınlara, çalışmalarını, düşüncelerini, tartışmalarını ve görüşlerini paylaşabilecekleri bir alan sağlıyordu. Bu, siyah feminizmi daha geniş kitlelere yaymak ve siyah kadınların çeşitli deneyimleri hakkında halka açık sohbetler yaratmak için bir ortak payda oluşturdu. Sanırım 8 yıllık bir çalışmanın ardından, bu platform Brezilya’da siyah kadın aktivizminin somut bir arşivi gibi.
Güney Afrika – Lindi Mkhumbane, aktivist, hukuk fakültesinde öğrenci. Pretorya’da yaşıyor.
2020, Güney Afrika’daki kadınlar, çocuklar ve LGBTQ+ gruplar için toprak, barınma, istihdam, fırsat, bedensel güvenlik ve sosyal güvence alanlarında devam eden mücadelelerin yoğunlaştığı bir yıl oldu.
Güney Afrika hükümeti 27 Mart’ta dünyadaki en sert kapanmalardan birini uygulamaya koydu: Zaruri olmayan tüm işler ve hizmetler durduruldu, okullar kapandı, alkol ve sigara satışı yasaklandı ve ülke çapında geçerli evde kalma emri verildi. Ekonomik faaliyetin daha da dışına atılmaya ve istismarcı partnerlerle dört duvar arasına kapatılmaya neden olan pandemi kısıtlamaları, yoksulluk ve eşitsizliğin cinsiyetli mahiyetini daha da sertleştirdi. Ücretli, ücretsiz bakım emeğinde, güvencesiz ve korunmasız enformel işlerde daha yüksek oranda çalışan kadınlar çok daha büyük yükleri sırtladılar ve risk aldılar. Her ne kadar ölüm oranları erkeklerde daha yüksek olsa da, Haziran ayında kadınların (% 57) Covid-19 enfeksiyonuna yakalanma rakamları erkeklere (% 42) oranla daha yüksekti.
İstihdamı devam ettirmenin nüfusun çoğunluğu için imkânsız olduğu görülürken yılın ilk çeyreğini kapsayan istatistikler gösteriyor ki kadınlar işsizlikten çok daha fazla etkilendiler. Yaşanan 3 milyon iş kaybının 2 milyonu kadınlara aitti. Bunlar arasında da Afrikalı kadınlar başı çekti. Pandemi destek hibelerinin % 65’i erkeklere ödendi. Bekar annelerin çoğunluğu oluşturduğunu göz önünde bulundurursak hanelerde ve topluluklarda bu etki dalga dalga kendini hissettirmeye devam ediyor.
Pandemiden önce, resmi kayıtlara göre her 3 saate 1 kadın öldürülüyordu; bu rakam küresel ortalamanın beş katı. Pandeminin yalnızca ilk üç haftasında 120 binden fazla mağdur, kadınlar ve çocuklar için hizmet veren ulusal yardım hattını aradı. Bu rakam normal başvuru oranının iki katından daha fazla.
Pandemi düzenlemeleri ev tahliyelerini durdursa da, vahşi yıkımlar devam ettiği için çok sayıda kadın evleri için savaşmak zorunda kaldı. Abahlali BaseMjondolo’dan (toprakları ve onurları için mücadele eden gecekondu sakinlerinin hareketi) kadınların sözleri durumu en iyi şekilde ifade ediyor: “Korona virüsünden korkuyoruz ama kalacak bir yerin olmamasından daha kötü bir virüs yok.”
Seks işçileri de 2020 yılından nasibini aldı, diğer şeylerin yanı sıra doğum kontrol malzemelerine ve kürtaj hizmetlerine ulaşabilmek için mücadele ederlerken sağlıkları daha da büyük tehdit altındaydı. Kapanma düzenlemeleri hafifletildiğinde bile seks işçilerine yönelik rutin tacizler devam etti. 4 Aralık’ı takip eden hafta sonunda, ülke çapında 57 seks işçisi tutuklandı. Tutuklulara seks işçiliğiyle alakalı hiç bir suçlama yapılmazken belgeleri olmayan kadınlar Göçmenlik Yasası kapsamında suçlandılar.
Bu yılın aynı derecede hissedilen başka bir özelliği, kadınların dirençli karşı çıkışları oldu. Kuir kadınlar ve seks işçileri bıkmadan usanmadan onur mücadelesi veriyor. Hemşireler ve halk sağlığı çalışanları koruyucu ekipman ve daha iyi destek talep ediyorlar. Kadınlar evlerini geçindirmek, çocuklarını beslemek üzere açtıkları meyve ve sebze tezgahlarını muhafaza etmek için, maaş farkında da kendini gösteren yapısal eşitsizliğin son bulmasını talep etmeye devam ediyor.
Lübnan – Hashem Hashem Lihaqqi & Qorras‘ın kurucularından, aktivist, şair ve oyuncu.
2020’de COVID-19 sonucu dünya genelinde uygulanan karantina, Lübnan’daki ekonomik çöküş, aktivistlere yönelik devlet baskısı ve Beyrut’ta 4 Ağustos’ta gerçekleşen yıkıcı liman patlamasına rağmen ülkedeki feminist aktivistler ve gruplar harekete devam etti. 2020’nin ilk birkaç ayında, maddi sıkıntılar çeken Lübnanlı işverenleri tarafından işten çıkarıldıktan sonra Beyrut’taki büyükelçiliklerinin önünde günlerce protesto eden, çoğunluğu Etiyopya’lı, Sri Lanka’lı, Bangladeş’li ve Kenya’lı kadın göçmen işçiler, ülkelerine geri gönderilmeyi talep etmek için toplandı. Lübnan’daki Irkçılıkla Mücadele Hareketi (ARM), Göçmen Toplum Merkezi, Uluslararası Af Örgütü, KAFA, Yasal Gündem ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi yerel ve uluslararası feminist ve insan hakları grupları, vatana dönüş kampanyalarını desteklemenin yanı sıra, doğası gereği kötüye kullanılan ve işçinin yasal ikametgahını işverenle sözleşmeye dayalı ilişkiye bağlayarak onları daha yüksek bir sömürü, zorla çalıştırılma ve kaçakçılık riskiyle karşı karşıya bırakan göç sponsorluğu niteliğindeki Kafala sistemini ortadan kaldırmak adına yoğun bir kampanya yürüttü. Sonuç olarak, Lübnan Çalışma Bakanlığı, reform amaçlı önlem olarak yeni bir ortak sözleşmeyi yürürlüğe soktu. Ancak sözleşme, Lübnan’daki işveren kurumlarının başındakilerin şikayeti üzerine Ekim ayında yüksek idari mahkeme Shura Council tarafından feshedildi. Kafala sisteminin kaldırılmasına yönelik ilk adım olan ortak sözleşmenin tekrar yürürlüğe girmesi için mücade sürüyor.
17 Ekim 2019’da patlak veren ayaklanmanın devamında, feminist aktivistler sokaklarda, sosyal medyada, işçi ve öğrenci sendikaları ile son derece aktif bir feminist komite olan Lihaqqi gibi bağımsız siyasi partilerde politik açıdan en örgütlü ve sesli gruplar arasında yer almaya devam etti. Dahası, radikal feminist söylemleri benimseyen bağımsız ve seküler öğrenci grupları, Lübnan’ın en iyi iki üniversitesi Beyrut Amerikan Üniversitesi ve Saint Joseph Üniversitesi‘ndeki öğrenci seçimlerinde tarihe geçen başarılar elde etti.
Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi, Lübnan’daki aile içi şiddet oranı tekrarlayan karantinalar ile aniden yükseldi ve bu gibi şikayetler için polis yardım hattına yapılan çağrıların oranı önemli ölçüde arttı. Tüm bunlara rağmen Eylül ayında, Lübnanlı bir yargıç tarafından aile içi şiddet mağduru bir kadın lehine Zoom üzerinden verilen ilk “uzaktan” koruma kararı çıktı.
Yıl boyunca, kadın hakları grupları, Lübnan’da dini mahkemelerce düzenlenen velayet hakları ve diğer ayrımcı kişisel statü kanunlarının reformu için kampanya yaparak taleplerini bildirdiler. Meclis henüz yasayı çıkarmamasına rağmen çocuk evliliğini sona erdirme kampanyası da devam etti. Dahası, cinsel taciz ve adalet hakkındaki kamuoyu tartışması, seri tacizci Marwan Habib aleyhine toplu davalar açıldıkça büyüdü. Tacizcileri ve tecavüzcüleri ifşa etme, adlandırma ve utandırma dalgası, ünlü tiyatro yapımcısı Michel Jabreamong gibi bazı tanınmış isimleri alaşağı etti. Dolayısıyla bu yıl işlerin tersine döndüğünü söylemek yanlış olmaz.
Bu “yeni” gerçeklik, 21 Aralık’taki parlamento oturumuna yansıdı ve bu sayede, farklı feminist grupların cinsel tacizin suç sayılması adına yaptığı savunmalar ve kampanyalardan neredeyse on yıl sonra parlamento sonunda cinsel tacizi suç kapsamına aldı. Yasal boşluklara rağmen, yeni yasa hâlâ olumlu bir adım olarak görülüyor. Dahası, bu olaylı oturumda parlamento, Kadınların ve Aile Bireylerinin Aile İçi Şiddetten Korunması Hakkında Kanun’da (Nisan 2014‘te kabul edildi) yapılan birkaç değişikliği onaylarken diğer önemli reform önerilerini reddetti ve yasal korumayı yalnızca “eş” ile sınırlandırdı. Böylece diğer tüm aile üyelerini bundan muaf tuttu. Ayrıca parlamento, “fuhuş” nedeniyle verilen hapis cezasını 1 yıldan 3 yıla çıkararak seks işçilerine yönelik ayrımcılığı daha da ileri taşıdı.
Son olarak, 2020’nin belki de en rahatlatıcı gelişmelerinden biri, Hamam Radyosu, Akhbar Al-Saha haber sayfası ve 17 Ekim gazetesi gibi bilgilendirici yeni feminist veya feminist eğilimli platformların çoğalması oldu. 2020 yılı insanlık için zorlu bir dersti ama aynı zamanda toplumlarımızın her daim her durumda ayakta duracak kadar kuvvetli ve dirençli olacağını da açıkça gösterdi.
Tanzanya – Christina Mfanga, Manzese Kadın Kredi ve Hizmet Kurumu Kooperatifi Üyesi
Tanzanya’da işçi sınıfından kadınlar sömürü sistemlerine direniyor, alternatifler inşa ediyorlar. Tanzanya’da işçi sınıfından kadınlar dünyanın geri kalanındaki işçi sınıfında yer alan kadınlardan ve özellikle de üçüncü dünya ülkelerindekilerden çok da farklı konumda değiller. Emperyalizmin boyunduruğunda bir yaşam sürdürürken, anne sağlığı hizmetleri gibi ihtiyaç duydukları sosyal hizmetler dahil hemen her şeyden mahrum bırakılıyorlar. Farklı alanlarda mücadele ediyorlar. Kırsal kesimdekiler toprakların alınmasına, Monsanto gibi tarım şirketlerinin saldırılarına ve tarımsal girdi adı altındaki sömürü kredilerine karşı mücadele veriyorlar. Şehirlerdeki kadınların mücadeleleri ise tüm kazançlarını kredi vasıtasıyla araklayan sömürücü finans kurumlarına karşı şekilleniyor. Büyük altyapı inşaatları için kamulaştırma kararlarıyla evlerinden edilen, mülksüzleştirilen yoksul yerleşim bölgelerindeki kadınlar, bir de bu inşaatların kalitesizliğinden ötürü ortaya çıkan sorunların eklenmesiyle şehirde kentsel dönüşüm planlarına karşı mücadele veriyorlar.
Sömürücü finans kurumlarına direnmek ve bunlara karşı alternatifler oluşturmak başlı başına bir iş. Bu gözü pek kadınlar, kendi birikimlerini ve kredi kurumlarını var ediyorlar. Bu alanlar, üretilen her şeyin kendilerine eşit olarak bölündüğü ve yine bizzat kendilerinin yönettiği demokratik bölgelerdir. Kırsal kesimde köylü kadınlar, yerli tohumlarını koruyarak, ayrıca agroekoloji ve diğer güvenli tarım yöntemleri hakkındaki bilgilerini paylaşarak tarım ticaretine direniyorlar. Toprakların ellerinden alınmasına bazen hukuki yöntemlerle, bazen de eylemlerle karşı çıkıyorlar. Farklı yüzleriyle hem patriyarkaya hem de emperyalizme karşı pek çok mücadelede başı çekiyorlar. Herkesi gündelik hayatlarında ve hatta kendilerini özgürleştirme adına verdikleri mücadelelerde şiddetin her türüyle karşı karşıya kalan halktan kadınların seslerine kulak vermeye çağırıyorum. Kadın yoldaşlarım, hiçbir şey yıldırmamalı bizi, şiddetin kendisi bile. Ancak bu mücadeleyle kendi onurumuz ve başkalarının onurunu savunabiliriz.
Almanya International Women Space Berlin (Göçmenlerle beraber patriyarkaya karşı mücadele)
Feminist hareket geçen yılki güçlüklerle iyi başa çıktı. Yakın zamanda Avrupa genelinde yürütülmüş bazı seçim kampanyaları boyunca, göçmenlerin yoğun olduğu sağlık sektörünü desteklemek ve kürtaj hakkını savunmak adına önemli seferberlikler oldu. Bu eylemler izolasyonun tehlikelerine ve şiddet içeren bir ortamda yaşayan kadınların savunmasızlığına dikkat çeken sayısız dayanışma kampanyalarını içeriyordu. 2020 yılı kuşkusuz, feminist hareketin varlığını ve gücünü muhtelif ve önem arz eden alanlarda gösterdiği bir yıl oldu.
Ancak 2021’de feminist hareketin şu an olduğundan iki kat fazla tetikte olması gerekecek. “Ekonomiyi kurtarmak” adına kadın sorunlarının ve gündemlerinin arka plana itilmesi bekleniyor. Bunun yaşanmaması için öncelikle feminist hareketin yasadışı göçmen, sığınmacı ve mültecilerin yaşadığı izolasyonun pandeminin neden olduğu nadir bir durum değil, aksine, norm olduğunu görmesi önemli. Feministler olarak, izolasyonun ne anlama geldiğine dair edindiğimiz tecrübe ve umduğumuz kitlesel anlayıştan yola çıkarak, 2021 feminizmimizin yurttaşlık sınırlarının ötesine bakacağını ve tüm göçmen kadınların taleplerini pandemi sonrası dünyanın sorunları listesine dahil edeceğini ümit ediyoruz.
İran – Shaharzad Mojab, Türkçede Devletsiz Ulusun Kadınları, Marksizm ve Feminizm başlıklarıyla yayınlanan iki kitabı var, akademisyen (Toronto Üniversitesi) ve aktivist
Başka Bir Tahakküm Yılı, 40+ Yıllık Direniş
İran’daki kadınlar 2020 yılını İslami rejimin baskı, terör, tutuklama, işkence ve infaz dalgalarıyla geçirdi. Buna rağmen devlet baskısı direnişle karşılaştı ve kadınların mücadelesi rejimin tümünü hedef almaya devam etti. Bu yeni direniş dalgası, hükümetin benzin fiyatlarını üç katına çıkarma kararına ilişkin Kasım 2019’da ülke genelinde gerçekleşen bir halk ayaklanmasına dayanıyordu. İsyandan itibaren 2019’un Kasım ayı, hükümetin sürekli tutuklama, hapis ve işkenceye dair planını acımasız bir şekilde uygulamaya koyup tüm ülkede bir dizi sivil ve barışçıl protestoyu vahşice bastırdığı, interneti kapattığı ve 1500 protestocuyu öldürdüğü Kanlı Kasım (آبان خونین) olarak biliniyor. İran İnsan Hakları Grubu, 2019-2020 yılları arasında 53 insan hakları aktivistinin tutuklandığını ve toplam 400 yıl hapis ve 787 kırbaç cezasına çarptırıldığını bildirdi. İslam Cumhuriyeti tarihinde tıpkı diğer yıllarda olduğu gibi 2020 yılında da kadınlar, gazeteciler, aktivistler, yazarlar, öğrenciler ve işçiler bastırıldı. Uluslararası Af Örgütü’nün yakın zamanda yayınlamış olduğu “Kanlı Sırlar” isimli raporunda, devletin 1980’lerde siyasi tutuklulara nasıl bir şiddet uyguladığını, faili meçhulleri ve durdurulamayan katliamlarını okuduk.
İran’daki kadınlar, küresel COVID-19 salgınının sonuçlarını derin bir şekilde yaşamakta. Yoksulluk, açlık, aile içi şiddet, intihar ve depresyon, pandeminin kadınlara yönelik şiddetinin belirtilerinden yalnızca birkaçı. Hapishane duvarlarının arasındakiler, işkence, sorgulama ve hücre hapsinin yanı sıra COVID-19’un dehşetini de yaşıyor. Ekim 2020’de hükümet, birkaç hafta içinde çok fazla kadın ve sendika aktivistini tutukladı. Bu nedenle, Kafesi Yak, Kuşları Serbest Bırak: İran’daki Siyasi Mahkumları Özgür Bırak adlı büyük bir direniş girişimi başlatıldı. Bu kampanya, ataerkil teokrasiye ve ölümcül kapitalist rejime karşı 40 yılı aşkın bir süredir İran’da verilen kadın mücadelesini temsil etmekte. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki Tüm Siyasi Mahkumları Serbest Bırakın talebini İran’ın ötesine ulaştırmayı hedefliyor. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki kadınlar, tutuklamayı rutin bir devlet pratiği haline getiren kapitalist ırkçı ataerkil yapının ortadan kaldırılması için her yere uzanan güçlü bir kölelik karşıtı hareket yaratmak adına bir araya gelmelidir.
Siyasi tutukluların isimlerini yüksek sesle haykırmak ve derhal serbest bırakılmalarını talep etmek için güçlerimizi ve seslerimizi birleştirelim: Nahid Taghavi, Shabnam Ashouri, Loghman Pirkhezrayian, Neda Pirkhezrayian, Bahareh Soleimani, Somayeh Kargar ve Hanif Shadloo ve Nasrin Setoudeh, yüzlerce kişi arasından sadece birkaçı.
Hindistan – Japleen Pasricha (Feminism in India adlı feminist dijital yayının editörü) ve Meenakshi Thirukode (School of Instituting Otherwise’ın kurucusu)
Meenakshi Thirukode:
Ben feminist bir uygulamayla radikal eğitimin mevcut siyasi ortamda ne anlama gelebileceğini irdeleyen bir proje inşa etmekle meşgulüm, adı “School of Instituting Otherwise”. Bugünlerde okuyoruz, tartışıyoruz ve “başka türlü bir arada olmak” üzerine düşünüyoruz. Tabiri caizse “oyunbozan bir feministin” hayatını yaşamaya çalışıyorum!
Hindistan’da faşist, aşırı sağcı bir hükümetle ve dine, cinsiyete, sosyal sınıfa dayanan bir “tahammülsüzlük” artışıyla mücadele ediyoruz. “Hindutva” ulusu vizyonunda (Hindu dinine mensupların üstünlüğü/sahipliği) Aralık 2019’dan beri Vatandaşlık Yasası’na karşı protestolar vardı. Bu protestolar, siyasete kayıtsız olduğu gerekçesiyle gözden düşmüş genç nesil arasında büyük seferberliklere sahne oldu. Pandemi boyunca devlet, sözünü ettiğim genç ve yaşlı aktivistlerin çoğunu din ve sosyal sınıf temelinde ayrımcılığa, cinayetlere ve linçlere karşı duruşları, ayrıca dalitleri (“dokunulmazlar”), trans ve natrans kadınları ve müslümanları hedef alan faşist güçlere karşı seslerini yükseltmeleri nedeniyle tutukladı. Bunu yapabilmek için ise mevcut sağlık krizini kullandı. Şu an ülke bir polis devletine dönmüş durumda. Örnek verecek olursam, kendine “feminist” diyen ve sözde akıl sağlığı savunucusu, Bollywood oyuncusu bir kadın son günlerde, Z nesli bahujan (harfiyen çevirisi ‘çoğunluk’ demek) queer sanatçı ve kast karşıtı aktivistiyle alay edip ona zorbalık yaparak sağcı trollere arka çıkmakta. Direniş hareketinden önce, bir dalit öğrencisi tarafından başlatılan ve akademide cinsel tacize dikkat çeken LOSHA’dan, sanat dünyasındaki şiddete dikkat çeken anonim bir instagram hesabına kadar Hindistan’ın kendine has bir #metoo hareketi de vardı. Yakın zamanda Hathras isimli bir köyde meydana gelen kasta dayalı tecavüz, akademide tacizden kasta, ırka, dine, cinsiyete dayalı ayrımcılıklara yapısal şiddetin türlü veçhelerini faş etmek ve bunlarla mücadele etmek için oldukça girift ve uzun bir yolumuz olduğunu gösteriyor.
Eğitim alanında çalıştığım için ilk olarak vurgulamak istediğim grup Pinjra Tod. Hem kadınların hareket, ifade ve eylem özgürlüğünü kısıtlayan baskıcı kurumsal sisteme karşı hem de “Vatandaşlık Yasası”na karşı Hindistan’da üniversitelerdeki genç kadınlardan oluşmuş önemli bir topluluk. Önceleri kadınlar için koyulan katı yurt kurallarına itiraz etmek için birleşen bu topluluk, birçok gencin eylem yapma deneyimini ilk kez tattığı son direniş hareketinde ve Yasa karşıtı eylemlerde önemli bir ses haline geldi.
Hindistan’daki feminizmden bahsederken vurgulanması gereken en önemli nokta bu ülkenin kast sistemiyle var olduğu gerçeğidir. Bu sistem, Dalit, Bahujan toplulukların yanı sıra Adivasi ve başka yerli toplulukların sürekli olarak ayrımcılığa uğramasına, bu toplulukların silinmesine ve soykırımına yol açan bir sosyal düzenin hiyerarşisidir. Bu gruplar içerisinde daha da kırılgan durumda olan transların, engellilerin vb. maruz kaldığı şiddetten bahsetmiyorum bile. Çoğu zaman Suvarna (üst kast) feministler, Dalit ve Bahujan feministlerin ve trans aktivistlerin çalışmalarını siliyor veya üstüne yatıyor, temellük ediyor. Bu nedenle özellikle birkaç feministin ismini vermek istiyorum: Grace Banu, Vikramaditya Sahai, Priyanka Paul, Rajni Tilak, Jyotsna Siddhant, Yashica Dutt, Damni Kain, Kiruba Munusamy, Sumeet Samos, Manisha Maashal. Dikkatle takip ettiğim insanlardan sadece birkaçı ve çoğunun sosyal medyada güçlü bir sesi var.
Japleen Pasricha:
COVID-19 salgını ve katı izolasyon kuralları Hindistan’da anne sağlığı, aile planlaması ve kürtaj gibi üreme hizmetlerini olumsuz etkiledi. Tıbbi tesisler ve perakende satış yapan eczaneler izolasyondan muaf tutulurken, hastalar ve sağlıkçılar arasında artan enfeksiyon korkusuna ilaveten sınırlı ulaşım da bu gibi hizmetlere erişimi engelledi. Hindistan hükümeti RMNCAH + N (Üreme, Anne, Yenidoğan, Çocuk, Ergen Sağlığı ve Beslenmesi) hizmetlerini gerekli bulduğunu Nisan ortasında belirtse de bu hizmetlere erişim sorunları devam ediyor. Güvenli olmayan kürtaj, Hindistan’da anne ölümlerinin en önemli nedenleri arasında yer alıyor. Kadınların güvenliden ve gizliye çeşitli kürtaj hizmetlerine erişimi, sıradan ve pandemik olmayan koşullar altında bile başlı başına bir meseleyken, COVID-19’dan dolayı bu hizmetlerin iyice arka plana itileceği korkusu haklı çıktı. Neredeyse tüm kamu hizmetlerinin COVID-19 ile mücadeleye odaklanacak şekilde yeniden tasarlandığı bu halk sağlığı krizinde, kürtaj hizmetleri sağlayan çok az yer var. Hükümet, kürtajı temel bir hizmet olarak tanımlasa da, kadınlar bu hizmete ulaşmaya çalışırken birçok engelle karşılaşıyor.
İstenmeyen gebeliklerde, doğumlarda ve anne ölümlerinde sene sonu rakamlarında bir artış da bekleniyor. Doğum kontrol yöntemlerine erişimin olmaması ve insanların günlerce evde kalması sadece cinsel ilişkinin sıklığının artmasına değil, aynı zamanda yakın partner şiddetinin ve tecavüz oranlarının da artmasına neden oluyor.
*Bu derlemenin çevirisinde bize büyük destek veren Gizem Atlı’ya çok teşekkür ederiz.
Ana görsel: 28 Eylül Meksiko şehri protestolarından.