Issız bir adaya düşsen yanına alacağın üç şey ne olurdu gibi kendisiyle çelişik bu soru bana ilk sorulduğunda o üç şeyi kara kara düşünürken bulmuştum kendimi. Yıllar sonra, Depo’da 20 Dolar 20 Kilo sergisinde bu sorunun -demek ıssız bir adaya düşmüyorsun, seni sürüyorlar- bir yaptırıma dönüştüğü yerdeyim: 1964’te patlak veren Kıbrıs sıkışması Türkiye’de yaşayan Yunanistan pasaportlu Rumları, 20 kiloluk bavul ve 20 dolarlık bir parayla ülke dışı ederken (kendi dillerinde Apelasis) çoğunun Yunanistan’ı hiç bilmiyor olduğu gerçeği ıssız bir adaya düşmekten muhtemelen farksızdı, hatta daha acımasız. Üstelik bavula koyulan her eşya kabul de edilmiyordu. (Tıpkı üç şeyden birinin aslında tüm işlerinizi görecek akıllı bir şey olamayacağı gibi) Margarita Rita’nın sürgün edilen babasının bavuluna ‘her birinden birer adet’ koyabildiği bıçak, çatal ve kaşığı hangi dille okuyalım mesela?
Size, sergi açılışlarının elde şarap kadehiyle de olsa çekirdek çıtlatır gibi ucuzlaştığı bir dünyadan yazıyorum. Hayır bayım bu sefer yanıldınız. Son serginin açılışı öylesine göz doldurucuydu ki, başka hangi açılış beni böylesi hüzünlendirecek şaşarım. Herkes sanki zamanında terzisine diktirmiş olduğu bir takımla katılmıştı geceye, hani bize hep anlatılan, Pera’nın Pera olduğu zamanlardan kalkıp gelmişlerdi Tophane’ye. Herkes bir o kadar görmüş geçirmişti. Bir açılışta ilk kez birileri saatlerce kendi hatıralarını okudu. Herkesin yüzünde bir sızı. Yazılı tarihin, gözlü tarihin içine geçtiği o dakikalarda 20 Dolar 20 Kilo’nun ağırlığına tanıklık ettim. Benim tanıklığım bir yere kadar efendim, ama itiraf etmeliyim ki, en azından genç denilebilecek bu yaşımda, yoktarih’in sesi açılmıştı, o dönemin insanlarını artık dinleyebiliyorduk, duyabiliyorduk ya, sersemce bir umut peyda oldu. Acı da olsa, Ermenisi Kürdü Alevisi Süryanisi Rumu, bu topraklarla ilgili anılarını artık biraz da olsa anlatabiliyordu yeni yeni. Ve biz -izleyici- 1964’ün ‘gösterisini’ dönemin gazetelerinden takip ettikçe çuvaldızlar çıkarıyorduk. Hafızanın geriye sarması her zaman çilelidir; ”Svetlana Boym Nostaljinin Geleceği adlı kitabında bu kelimenin köklerine inerek şöyle tanımlar; ”Nostalji… nostos (eve dönüş) ve algia (özlem) artık var olmayan veya hiçbir zaman var olmamış olan bir eve özlemdir. Nostaljinin nesnesi göründüğünden daha da uzaktır. Nostalji hem bir toplumsal hastalık hem de yaratıcı bir duygu, hem zehir hem de ilaç olabilir. Hayali memleketler rüyaları gerçeğe dönüşmez ve dönüşmemelidir” (alıntının alıntısı, Hera Büyüktaşçıyan) Bu özel araştırma, Derrida’nın farmakonu o halde diyebilir miyiz? Bir şeyin iyileştirici olma ihtimali kötüleştirici olma ihtimaliyle bir mi? Hatıralar bizi beslerken ne kadar zehirler?
“İstanbul’u aramıyorum. Diğer arkadaşlarla konuşurken diyorlar ki ‘aman sen İstanbul’u sevmiyorsun.’ Ben İstanbul’u seviyorum çünkü doğduğum yer fakat ah İstanbul’a gideyim demiyorum, senede bir defa geliyorum ama başka bir yere gitsem daha memnun olurum. O kadar sevdiğim bir yeri içimden çıkardım.”
Elizavet Katanou, Atina
“Bizim bulunduğumuz okula, Özel Zoğrafyan Lisesi’ne 1962’de öğrenciler sığmıyordu. Yönetim kurulu o zaman özel bir izinle iki kat ilave etti. Fakat 1964 sürgün olayından sonra okulun öğrenci sayısı yaklaşık yarı yarıya düştü”
Andon Parizyanos, İstanbul
(Sergideki sözlü tarih çalışmalarından, Babil)
Sergi gerçekten anne babaların çocuklarına alması gereken çok faydalı bir ders kitabı niteliğinde. Herkesin gidip görmesini bu ‘keder ritmine’ ortak olmasını istediğimden sergi için ‘gitmeden görmüş kadar olduk’ denmemesi dileğiyle kısa kesiyorum. -ki bu mümkün değil, aslında sergide de ‘yaşamadan görmüş kadar’ olamayacağımız gibi.
Serginin ilerleyen zamanlarda evrilebileceği başka platformlar da var: http://1964.babilder.org
Son olarak doğum ve terk alanları içindeki bu anlatılarda aklıma Maria Puder geldi. Berlin’de gezdiği bahçelerde gördüğü nebatlarla kendini kıyasladığı o bölüm neydi; hani kökleri bambaşka yerlerde olan, berlin’de zarzor yaşayan ama yine de bir bahçede kendince yetişebilen o çiçeklere bakarak; sökülüp atılmışlığına öfkelendiği bölüm, neydi?
”Biz de bunlar gibi yerimizden sökülüp dağıtılmış değil miyiz? Göreceksiniz ya ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım.” (Kürk Mantolu Madonna, YKY)
Sergi 30 Mart’a kadar DEPO‘da görülebilir.