Paula Erizanu’nun Calvert Journal‘ın “Women Recollected” projesi için kaleme aldığı yazının çevirisidir. Kültür dünyasının 20. yüzyıldaki unutulmuş öncü kadınlarına ışık tutma şiarıyla yola çıkan projeyle rastlaşmaya, ileriki haftalarda da, yine bu sayfalarda devam edeceksiniz.
1920’de Kişinev’de doğan Valentina Rusu Ciobanu, Moldova’nın en vizyoner sanatçılarından biri. Ne muhalif ne de konformist olan Rusu Ciobanu, kendi sanatsal keşiflerine daima sadık kalan özgür bir ruh olarak kariyerini sürdürdü. Şimdi, 28 Ekim’de (2020) 100 yaşına girerken resim pratiğinden ötürü hem saygı hem de takdir kazanmış durumda. Halihazırda dört sergi kendisinin yüzüncü yaşını kutluyor: 28 Ekim-13 Aralık tarihleri arasında Ulusal Sanat Müzesi ile 28 Ekim-10 Ocak tarihleri arasında Kişinev Ulusal Edebiyat Müzesi’nde, 5-29 Kasım tarihleri arasında Bükreş Șuțu Saray Müzesi ile 28 Ekim-29 Kasım’da Bükreş’teki bağımsız Arbor Galerisi’nde gerçekleşecek sergiler bunlar.
İlk Dönüm Noktaları
Ömrünün büyük bir kısmını memleketinde geçiren Rusu Ciobanu, bir asra bedel değişimi tecrübe etti, bu süre zarfında Romanya, Sovyetler Birliği ve son olarak da Moldova Cumhuriyeti vatandaşı oldu. İkinci Dünya Savaşı’nı, 1946-1947 kıtlığını ve Demir Perde’nin düşüşünü görüp geçirdi. Yine de, Eylül ayındaki bir röportaj sırasında yaşadığı tecrübelerin zenginliği kendisine sorulduğunda, her şeyden önce, fırçasıyla kaydını tuttuğu sıradışı öneme sahip sıradan anları hatırlıyor –Moldova köylerindeki kırsal yaşam rutinlerini, kendisini buralarda karşılayan insanların sıcak kalplerini, buralı kadınların paylaştıkları yemekler ile keyifle yaptıkları dedikoduları. “İnsanların hepsinin aynı olduğu”nu söylüyor. Bir hikâye ile açığa kavuşturduğu bir gözlem bu.
Rusu Ciobanu “bir zamanlar, ev hanımlarının, kolektif çiftlik sakinlerinin kız ve oğullarının resimlerini yaptığını” hatırlıyor. 1957 tarihli At the Dances [Danslarda] tablosu, Kişinev’in 60 kilometre kuzey batısında kalan Dolna köyüne yaptığı çeşitli ziyaretler sırasında yapılmıştı. Ciobanu, “resmini yaptığım gencin takip eden sene içinde evleneceğine dair bir köy efsanesi vardı, bu yüzden portre talebi yağmuruna tutulmuştum,” diye gülüyor. At the Dances, Rusu Ciobanu’nun birçok tablosu gibi, Moldova Sanatçılar Birliği tarafından sipariş edilmişti. Buna rağmen eseri, yeterince gerçekçi olmadığı ve karakteristik fırça darbelerini Biçimcilik ve Empresyonizm’den aldığı için bazı yetkililer tarafından hoşnutsuzlukla karşılanmıştı.
Rusu Ciobanu 1950’lerdeki tablolarında gerçekten de ülkesini Empresyonizmle tanıştıran, geç 19. yüzyılın Romanyalı ressamlarından Nicolau Grigorescu’nun çalışmalarından ilham almıştı. Bu resim üslubu Ciobanu’ya, Moldova’daki öğretmenlerinden geçmişti –bunların arasında Fransız ressam August Baillayre ve sonrasında meşhur bir portreci olacak olan Iași’deki Romanya Sanat Enstitüsü’nde ders veren öğretmeni Corneliu Baba bulunuyordu.
Bu on yıl içindeki en bilinen eserlerinden biri 1954 tarihli Girl at the Window’dur [Penceredeki Kız]. Tablo, Kişinev’in Etnografya Müzesi’nden ödünç alınmış geleneksel Moldovalı/Romanyalı elbisesi içindeki komşusunu resmeder. Aynı sene, Kyiv’deki bir konferansta Rusu Ciobanu da bu geleneksel kostümü giymiş, çevresi kasvetli şehir kıyafetleri giymiş kadın ve erkekler tarafından kuşatılmış bir şekilde fotoğraflanmıştır –bu, kendine olan güvenini ve bireyselliğini temsil eden bir görüntüdür. Stalin’in vefatından sonra, Sovyet otoritelerine göre sanat “içerikte sosyalist, biçimde ulusal” olacaktı, Rusu Ciobanu da bu yeni açılan kapının nimetlerinden en iyi şekilde yararlandı.
Tanımlayıcı Eserleri
Rusu Ciobanu’nun üslubunu gerçekten bulması, cüretkâr ve özgün tablolar üretmesi 1960’lar-1970’ler arasında oldu. Moldovalı yazar ve film yapımcılarının devlet tarafından sipariş edilen portreleri, sanatçının, naif sanatın, sürrealizmin, ekspresyonizmin unsurları ile birlikte oyunbazlığı ve mizahı da nasıl kucakladığını gösterir. Bu eserleri, özgürce dolaşan ve kozmopolit bir zihni gözler önüne serer. İçlerinde robotlar, meta referanslar, perspektif denemeleri vardır – ki sanatçıya göre her biri “modelin karakterini ortaya çıkarır.”
Resmin Ötesinde
Rusu Ciobanu hevesli bir okurdu. O zamanlar James Joyce, Romence ya da Rusça’ya tercüme edilmediği halde, sanatçı, bu edebiyat devini İngilizceden okumuştu ki İngilizceyi de kendi başına öğrenmişti. Şimdi bir sanatçı olan oğlu Lică Sainciuc, aile evinin her zaman Lehçe ve Romence sanat dergileri ile dolu olduğunu hatırlıyor, bu dergiler Polonya’daki protesto hareketlerinin öne çıkmasıyla on yılın sonunda yasaklanmalarından evvel, ancak 60’ların başlarında bulunabiliyordu. Sainciuc, annesinin kendisini Sovyet filmleri izlemeye götürmek yerine, Kişinev’de yalnızca daha küçük sinemalarda izlenebilen Batılı çizgi film ve filmleri bulduğunu anımsıyor. Sanatçılar ve yazarlar, Kişinev’in tarihi merkezindeki, 19. yüzyıldan kalma, tek katlı, bahçeli evlerinin düzenli misafirleriydi.
Evi, Ciobanu’nun yaratıcı baloncuğuydu. Evinin duvarlarının dışında ise direniyordu. Ciobanu, siyasi ve ideolojik taleplere karşı çıkışı ile ilgili “bazen, bana aptal olduğumu düşündüren şeyler hatırlıyorum. Ama diğer zamanlarda, olup biteni kavrıyordum,” diyor. “Başka insanların [siyasete karşı] tutumları ile kendisininkilerden daha fazla ilgilendiğini” ise kabul ediyor. 1960’lardaki Sanatçılar Birliği toplantılarından birinde, bir yetkilinin yeniden seçilmesini, “prensip sahibi” olmadığı ve “yalancı” olduğu için desteklemediğini açıkça söylemişti. Sanatçının teşvikiyle odadaki herkes adayın aleyhine oy kullanmıştı.
Sanatsal Mirası
Rusu Ciobanu, bir sanatçı olarak destek görmekle otoriteler tarafından yıldırılmak arasındaki gelgitte durmaksızın dümen tuttu. 1983’te Moldova’daki Ulusal Sanat müzesi, Rusu Ciobanu’ya adanmış büyük bir retrospektife ev sahipliği yapmıştı. Sergi, (üslubu partinin ideolojisi ile uyumlu olmadığından) halk arasında rağbet görse de hakkındaki incelemelerin gazetelerde yayınlanmasına ancak Kişinev dışında müsaade edildi, bunlar Ciobanu’nun eserlerini görmemiş kimselerce okunacaklardı. Birkaç kültürel figür, Rusu Ciobanu’ya yönelik bu adaletsiz muameleye karşı öfkelerini dile getirdikten sonra, nihayet ulusal sanat dergisinde bir inceleme yayınlanabildi, fakat yazıda sergiyi tasvir eden herhangi bir resim mevcut değildi.
Moldova’nın bağımsızlığından itibaren işler değişti. Rusu Ciobanu’nun 1980’lerdeki tablolarından birinin büyük boy bir posteri Kişinev’deki Ulusal Sanat Müzesi’nin dışını süslüyor. Eserin basit bir adı var: Breakfast [Kahvaltı] ancak kompozisyon ince bir güzelliğe sahip. Kendisini leylaklar, nergisler, çay, sahanda yumurta ve tostun olduğu bir masanın yanı başında hayallere dalmış olarak gösteren bu tablo için Rusu Ciobanu’nun kardeşi poz vermişti. Rusu Ciobanu “resmetmek için en güzel tabak takımlarımı getirmiştim” diyor. Bu tablodaki tek kurgusal öğe masa örtüsüdür; “Bu hayal ettiğim bir masa örtüsü, zira o kadar güzel bir kumaşa sahip değildim.” Sanatçı, pencere dışındaki manzaraya, yüksek Rönesans sanatının ağırbaşlılığını bahşediyor –1978 tarihli ikonik tablolara atıflarla dolu olan The History of Art [Sanat Tarihi] tablosunda da tekrar ettiği bir şey bu.
Breakfast, yaratım sürecinde kendisini şaşırttığından Rusu Ciobanu’nun en sevdiği sanat eserlerinden biri olmaya devam ediyor. Ciobanu “bir sanat eserinin belirli bir şekilde sonuçlanacağını düşünmenin ama nihayetinde başka bir şeye dönüşmesi”nin bir keyif olduğunu söylüyor.
Sanatçı, sürecin gözlerini zorladığını fark ederek birkaç sene evvel çalışmayı bıraktı. “Çalışırken, bütün tablolarım benim kıymetlimdi. Ama artık onları göremiyorum; hiçbirini beğenmiyorum” diye ekliyor. Yine de katarakt ameliyatından sonra renkleri biraz daha iyi ayırt edebiliyor. 100 yaşında, ailesi içinde, baharda çıktıklarında menekşeleri gören ilk kişi olmakla övünüyor.
Kapak görseli: theopen-art