Nuriye Gülmen cezaevindeki hücresini çizmiş.
Açlık grevinin 100. gününü bu hücrede karşıladı. Avukatlarının verdiği bilgiye göre artık tamamen yatağa bağımlı, görüşe bile tekerlekli sandalyeyle gidebiliyor. 46 kiloya düşmüş. Büyük kas ağrıları çekiyor. Kalemi bile elinde zor tutuyor. Ama bu resmi çizmiş işte. Hücresinin her yerine umut koymuş. Yukarıda sağda biz de varız. Hemen altında ise bir sınır var. “Burası yok burada duvar var” diye yazmış. Mektupların, faxların, umudun sınırı. Bizim de sınırımız.
Semih Özakça ise bir başka hücrede karşıladı açlığın 100. gününü. Onun da durumu kötüye gidiyor. Ağzının içinde iyileşmeyen yaralar var. Zorlukla hareket edebiliyor.
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça gözden ırak olsunlar diye bu hücrelere konuldular. Yargı önüne çıkmak için üç ay daha bekelemeleri gerekiyor. İlk duruşmaları için verilen tarih 14 Eylül. Bedenlerinin açlığa 90 gün daha dayanabilmesinin çok zor olduğunu onları tutuklayanlar, iddianameyi hazırlayanlar, davayı Eylül’e erteleyenler çok iyi biliyorlar kuşkusuz. Biliyor bilmesine de nasıl göz göre göre bu vebali alıyorlar? İki insan iki ayrı hücrede eriyip giderken nasıl tek bir ses çıkmıyor hükümetten? Aralarından bir tek vicdan sahibi insan çıkıp da bir söz etmiyor, bir adım olsun atmıyor?
Nuriye’nin dediği gibi aslında, “burası yok, burada duvar var”. Vicdan, sorumluluk, adalet beklediğimiz yerde koca bir duvar var.
Yine de hücresinin her yerine umut koymuş işte.