Dilek Doğan’ın ölümü hepimizin üzerine ağır ağır kapanan kalın bir örtü gibi. Her kapanışı başka bir biçimde ağır.
18 Ekim 2015’te duyuyoruz ilk adını. Evi basılmış, polise “galoş giy” demiş, tartışma olmuş, polis Dilek Doğan’ı vurmuş. Hastanede bir hafta can çekişiyor. Bir haftaya kalmıyor, cenazesinden fotoğraflar. Dilek Doğan kırmızılar içinde, tabutunda, başucuna renkler iliştirmişler. Sonra ses kayıtları çıkıyor ortaya, kelime kelime okuyoruz, o evde o akşam ne olmuş. Kelime kelime Dilek Doğan son kez kendini savunuyor, en son kelimeleri “ya napıyorsun?” Sonra da görüntüler çıkıyor ortaya. Doğan’ın vurulduğunu görmüyoruz, ama artık herkes o evin içinde, hepimiz oradayız.
Bir şey var, nasıl yapmalı, nasıl göstermeli, nasıl anlatmalı? Durduk yere ölen herkesin canı için nasıl bir yol bulunmalı da tüm bu ölümlerin aynı kaynaktan geldiğini göstermeli herkese?
Karısını öldüren adam, daha cinayetini kurgularken “10 yıl yatar çıkarsın” sözlerini koyuyor şöyle bir kenara. 10 yıl yatar çıkarsın bu biiiir. Namus cinayetidir sırtın sıvazlanır bu ikiiii. Ve zaten öldürmekten başka tür bir çare mi var ortada? Bu da üç olsun sana.
İnsanlar kitaplar yazıyorlar, tartışıyorlar. Kadınlar bir yanda öldürüledursun, bir yandan hem sayıca da az olmayan insanlar çırpınıyorlar bu cinayetler dursun diye. Toplantılar yapıyorlar, yazılar yazıyorlar. Ortaya atılan her fikir için herkesin içinde bir umut. Bir kadını daha hayatta tutabilir miyiz şunu yaparsak? Pazarlıklar bu hale gelmiş, bir kadın, bir insan daha kalsın hayatta. Belki şunu yaparsak onlarcasına yarar şu çare, yarar mı?
Ne kadar çok faili meçhul var. Yaşı erenler biliyor, ama aramızda, adı “Faili Meçhul” olan bir katilin dolandığını sanan çocuklar var biliyor musunuz? Ne yapsın öyle sanmış duya duya. Öyle biri var, aynı anda birden fazla yerde cinayet işleyebiliyor. Doğru aslında, doğru düşünüyor. Varsın ortada bir yaratık olduğuna inansın. Nasıl bir yaratıksa da bu başına hiçbir şey gelmiyor, bir türlü yakalanamıyor, cezasını bulamıyor. Hep yüz buluyor olsa gerek ki, her daim bir yerlerde bitiveriyor.
Dilek Doğan’ı vuran polis de o yüz bulacak, sırtı sıvazlanacaklardan. Arkasında dağ gibi bir şey var. Devleti, hükümeti ne yapıp edip kayıracak, kurtaracak onun canını. Onun elinde o an silah var, onun karşısında o an, o evde kimsenin elinden bir şey gelmiyor. Polis elindeki silahla sana dünyanın kaç bucak olduğunu gösterecek orada. Oysa biliyoruz biz, dünyayı da bucaklarını da. Bir bu üstünde olduğumuz var, bir de öteki. İnsan vücudu da pek öyle dayanıklı değil. Çok kolay çıkıyor canı. Küçücük bir odanın içinde silahını doğrulttuğun bir insan bir anda yere düşüveriyor.
Nasıl yapmalı, nasıl göstermeli, nasıl anlatmalı ölen herkesin canı sanki artık aynı karanlığın elinde. Ölümler sanki hep aynı kaynaktan geliyor. Yarabbim ne kurumaz kaynakmış, sanki hiç durmayacak.
Bu evde Dilek Doğan ölüyor yok yere, hiç uğruna. Annesi kızına bakıyor, abisi odadan odaya girip çıkıyor. “Öldüreceğim hepinizi.” Hrant Dink’in bedeni hâlâ yerde yatıyor. Kızı, iki arkadaşıyla oraya geliyor o an. Kalabalığı yarmaya çalışıyor “o benim babam” diye güçsüz bir çığlık atarak. Tahir Elçi başka bir sokağın ortasında, bir saniye önce parmağıyla birini gösterirken, ayaktayken, hayattayken bir saniye sonra yerde yatıyor. İnsan bedeni öyle kolay incinebilir bir şey, bir anda çıkıyor canı. Suruç’ta, Ankara’da ölenleri yan yana gömüyorlar. Emel Kitapçı oğluna sarılıyor, kocasının cenazesindeki yüzünü unutabilecek olan var mı ? Sakın unutmayın.
Unutalım istiyorlar, daha da kötüsü korkalım istiyorlar. Bu dünyanın bucaklarını hep onlara bırakalım. Korku canına okuyor insanın, korkunca insanlığından oluyorsun.
Senin elinde silah var, ölenlerin elinde hiçbir şey yok.
Hep umut, umut diyorlar ya. Neye umut, ne için diye düşünüyorum. Memleket diye üstüne doğduğumuz toprak gün yüzü mü gösterdi? Eli kanlı, günahı bunca, aldığı ahlar arşı alaya varmış. Neyin içine doğduk biz, ne için umut edeceğiz? Aynı kaynaktan geliyor, aynı yerden besleniyor hep ölümler. Diğer tarafta da umut diye bir kaynak mı var. Başını mı tutmalı oranın, nöbete mi durmalı? Korku insanın canına okuyor, insanlığından çıkıyorsun. Korku bir o umudun geldiği yerde mi tutmuyor insanı, bir orası mı korkulardan azade?
Birinin elinde silah var, karşındakinde yok, hiçbir şey yok. Bak o fotoğrafta Dilek Doğan’ın annesi terlik atıyor polise, elinde bir o var o an. İnsan canı amma da kolay çıkıyor, kuş misali.
Dilek Doğan’ın ölümü üzerine herkesin söz birliği ettiği güne dek, herkesin bu ölümün korkunçluğunu itiraf edişine, onun ölümü üzerine “ama” ile başlayan tek bir cümle kurulmayana dek, şimdi bu cinayeti haklı göstermeye çalışanlar nedamet getirene dek gün, yüzünü göstermeyecek hiçbirimize.