Saygıdeğer bayım, bu gözlemlerimi tarafsızlıkla değerlendirmenizi rica ediyorum, şunları kaleme alırken siz de bir ölçüde bu hakikati gözetmiş değil misiniz? ‘İnsan ırkının yarısının diğer yarısı tarafından devlet yönetiminde her türlü katılımdan uzak tutulması, soyut ilkeler açısından bakıldığında açıklanması imkânsız bir olgudur.’ Öyleyse anayasanız nasıl bir temel üzerinde yükselmekte? (1)
Bu sözler, Mary Wollstonecraft tarafından 1792’de“Eski Autun Papazı Bay Talleyrand Perigord’a” ithafı ile dönemin Fransız devlet adamı Talleyrand’a yazılan bir mektuptan. Wollstonecraft’ın, kadın hakları tarihinin temel eserleri arasında yer alan, Kadın Haklarının Gerekçelendirmesi kitabını da adadığı Talleyrand’a bu mektubu yazma gerekçesi, 1791’de kabul edilen yeni anayasada, kadın haklarına yer verilmemiş olmasını yeniden düşünmesidir.
Wollstonecraft’ın bu mektubu yazdığı tarihten bir yıl önce ise Olympe de Gouges, Fransız Devrimi’nin ardından yayınlanan İnsan (Erkek) ve Yurttaş Hakları Bildirisi‘nin ( La Déclaration des droits de l’Homme et du citoyen) kadın haklarını görmediği gerekçesi ile Kadın ve Kadın Yurttaşın Bildirgesi’ni kaleme aldı. De Gouges, metninde yer alan homme-erkek sözcüğü yerine kadın ve erkek sözcüklerini birlikte kullanarak bildirgeyi yeniden yazdı. Örneğin, Erkek ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin “İnsanlar, haklar bakımından özgür ve eşit doğar ve yaşarlar” şeklinde olan ilk maddesini, “Kadın özgür doğar ve erkeklerle eşit haklara sahip olarak yaşar” şeklinde değiştirdi. (2)
Wollstonecraft’ın da, De Gouges’un da söylediği şuydu: Kadınlar da insandır dolayısıyla, insan olmaktan kaynaklanan doğal haklara yani insan haklarına kadınlar da sahiptir. Bugün baktığımızda çok “geri” görülen, hatta çoğu zaman sadece liberal bir eşitlik talebi olarak adlandırılan bu mücadele için kadınlar çok bedel ödedi. Wollstonecraft’a bu yüzden “jüponlu sırtlan” lakabı takılırken, De Gouges için bedel daha ağır oldu: Fikirlerinden dolayı 1793’te giyotinde idam edildi.
Wollstonecraft ve De Gouges gibi kadınların mücadelesi kendilerinden sonra gelen birçok kadın hakları savunucusu için yol gösterici oldu. Kadınların insan olmaktan dolayı sahip olduğu hakların, toplum ve yasalar tarafından kabul edilmesi için çok uzun ve zorlu mücadeleler verildi. Bu haklardan biri de oy hakkıdır. Bugün en temel insan haklarından biri kabul edilen oy hakkını alabilmek de kadınlar için hiç de kolay olmadı. 19. yüzyılın sonundan itibaren, Amerika ve İngiltere’deki kadınlar bu hakkı elde edebilmek için yürüyüşler düzenlediler, parlamento önünde eylemler yaptılar, kralın atının önüne atladılar, hapishanede açlık grevi başlattılar. Dönemin iktidarlarının bu isyana yanıtları çok sert oldu. Onları durdurabilmek için her türlü baskı aracını kullanmaktan geri durmadılar. Eylemlerinin çoğuna polis müdahale etti, tutuklandılar, açlık grevi esnasında zorla beslendiler, herkesin alay konusu oldular. Basında onları aşağılayan karikatürler, yazılar yayınlandı.(3) Bütün bu mücadele İngiltere’de 1918’de, Amerika’da ise ancak 1920’de sonuç verdi ve bu ülkelerde kadınlar oy hakkını kazanabildi.(4)
Oy hakkı için mücadele eden kadınların (Sufrajetlerin) eylemleri farklı ülkelerdeki kadın hareketlerini de etkiledi. Dünyanın her tarafındaki kadın hareketleri oy hakkını alabilmek için, haklar verilmez alınır savını doğrular nitelikte zorlu bir mücadele tarihi yarattılar. Bu hareketlerden biri de Osmanlı Kadın Hareketiydi. Egemen tarihin söylediğinin aksine, Türkiye’de kadınlara oy hakkı da gökten zembil ile inmedi, bu hakkın tıpkı Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de uzun ve zorlu bir mücadele tarihi var.(5) Osmanlı kadınları, 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanın ardından meclis açılış görüşmelerini izlemek için Hıristiyan kadınlara izin verilip de kendilerine verilmemesi halinde, çağdaşları olan İngiliz kadınları gibi haklarını elde etmek için, yönetimi meclis önünde eylemler yapmakla tehdit ettiler. Olay, 17 Aralık 1908 tarihinde Serveti Fünun’da haber olarak şöyle yer almıştı:
Geçen gün İslam kadınları İttihat Terakki Cemiyeti Merkezi’ne müracaatle Meclisi Mebusan’ın resmi açılış toplantısında hazır bulunmak istediklerini söylemişler ve eğer Hıristiyan kadınlarının bulunmasına müsaade edilirse, kendilerinin de behemehal kafes arkasında müzakeratı izlemelerine müsaade edilmesini, Hırıstiyan kadınlarına müsaade verilip de kendilerine verilmezse, geçenlerde İngiliz Parlamentosu önünde İngiliz kadınlarının yaptığı gibi, nümayişler, gösteriler yapacaklarını ifade etmişlerdir.”(6)
15 Haziran 1923’te kurulan Kadınlar Halk Fırkası’nın(7) kurucularından ve başkanı olan Nezihe Muhittin ise Avrupa ve Amerika’da kadınların oy hakkını elde etmesinin ardından, Kadın Yolu Dergisi’nde şunları yazıyordu:
Bu kuvvetli dünya cereyanından şüphesiz bizler de nasipdar olacağız. Yirmi sene evvel uzak diyarların bazı hareketlerini gazete havadisleri verirken, bizler bunları gulyabani efsanesi gibi dinlerdik. Fakat bugün rey kullanma hakkı olmayan tufeylidir, asalaktır. (8)
Yine Nezihe Muhittin oy hakkını canları pahasına almaya ne kadar kararlı olduklarını şu şekilde ifade ediyordu:
Biz seçim haklarımızı elde etmeye dayalı idealimizden vazgeçmiş değiliz. Zira bundan vazgeçersek derneğimizin hiçbir var oluş gerekçesi kalmaz. Davamızın zaferi için ölünceye kadar çalışacağız. Bizim yaşamımız buna yetmezse hiç olmazsa bizden sonra gelenler için ortalığı temizlemiş oluruz.”(9)
Bugün kadınları erkeklerle eşit yurttaşlar olarak tanımayan anayasa yok gibi. Uluslararası sözleşmeler, yasalar ve anayasaların çok büyük bir bölümü insan haklarını sadece erkeğin değil, kadın ve erkeğin hakları olarak düzenliyor. Erkeklerin oy kullanıp kadınların oy kullanamadığı sadece iki ülke var: Birleşik Arap Emirlikleri ve Vatikan.
Peki haklar yasalarda, sözleşmelerde yer alınca bizim için kullanılabilir oluyor mu? Bu kadar “afili” sözleşmeye, yasaya, uluslararası mekanizmaların varlığına rağmen insan hakları ihlallerinin, savaşın, yoksulluğun hüküm sürdüğü, hukukun tamamen muktedirlerin elinde olduğu bir dünyada yaşadığımızı göz önünde bulundurduğumuzda yanıtımızın “hayır” olması kaçınılmaz ne yazık ki.
Türkiye’de kadınlar seçme ve seçilme hakkına 1934’te kavuştu. 2015 itibariyle meclisteki kadın milletvekili sayısı 79. Kadın büyükşehir ve il belediye başkan sayısı 12.(10) Sığınaklarda kalan 1600’den fazla kadın ise oy kullanamayacak. Peki Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın (ASPB) sığınaktaki kadınların oy kullanabilmesi için herhangi bir çalışması var mı? Kadın Koalisyonu YSK’ya sığınakta kalan kadınların 7 Haziran genel seçimlerinde oy kullanabilmesi için bir çalışmanız var mı?” diye sordu ve “Bir çalışmamız yok” yanıtını aldı.(11)
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’dan ise bu konu ile ilgili herhangi bir açıklama gelmedi. Konu hakkındaki en güncel açıklama, Ayşenur İslam’ın 2014 ‘te CHP milletvekili Kadir Gökmen Öğüt’ün soru önergesine verdiği yanıt ve yine aynı yıl gazetelere verdiği demeçler.
Kadir Gökmen Öğüt’ün soru önergesinde şu iki soru yer alıyordu:
1. Sığınma evlerinin belediyelere veya ASPB’na bağlı olduğu göz önünde bulundurulduğunda söz konusu kişilerin oy kullanmaları için adres olarak belediye danışma merkezlerini ve Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM)’ni adres gösterilmesi seçeneğini düşünmekte misiniz?
2. Sığınma evlerindeki kadınların oy vermelerini sağlayabilecek farklı bir seçenek (düzenleme) düşünmekte misiniz?
Ayşenur İslam’ın verdiği yanıt ise şu şekildeydi:(12)
… adres bilgileri gizli ya da karartılmış kişiler ile can güvenliği riski nedeniyle il değiştirmek durumunda kalan kadınların bulundukları ilde oy kullanmaları mümkün olamamaktadır.
Ancak Bakanlığımıza bağlı konukevlerinden hizmet alan kadınlardan,
-Can güvenliği riski bulunmayan
-İkâmet ettiği ilde bulunan kadın konukevi ve ilk kabul birimi hizmetinden yararlanan,
-Haklarında 6284 sayılı Kanun kapsamında koruyucu ve önleyici tedbir kararlarına hükmedilmemiş kadınların,
İl Müdürlüklerimizce, İl Emniyet Müdürlükleri ile işbirliği içerisinde gerekli güvenlik tedbirleri alınarak oy kullanmaları sağlanmaktadır.
Soru önergesine verilen yanıta baktığımızda, sığınaklarda kalan kadınların bir kısmı oy kullanabilecek ve bunun olması için muhteşem bir işbirliği varmış gibi bir izlenime kapılıyoruz; ama biraz yakından baktığımızda bu görüntü tuzla buz oluyor.
Sığınakta kalan kadınlar arasında 6284 sayılı kanun kapsamındaki tedbir kararlarından yararlanmayan yok denecek kadar azdır. Bu durumda insan, “çok üstün bir çaba ile sağlanacak olan bu işbirliğini kim için sağlayacaksınız?” diye sormadan edemiyor. Nitekim yine 2014’te bir haber ajansına verdiği demeçte, sığınakta kalan kadınların büyük bir kısmının can güvenliği tehlikesi olduğu için oy kullanamayacaklarını da Ayşenur İslam’ın kendisi söylemişti:
Sığınma evlerinde kalan arkadaşlarımız genellikle can güvenliği tehdit altında olan kimseler. Son 3 ay içerisinde yeri değiştirilmiş olanlar, farklı şehirlere taşınmış, nakledilmiş olanlar var. Onların herhangi bir sandığa kayıtlarının yapılması, yerlerinin ifşa edilmesi anlamına geleceği için onları ne yazık ki herhangi bir sandığa kaydettiremiyoruz. Bu durumdaki arkadaşlarımızın oy kullanması ne yazık ki bu seçimde mümkün olmayacak.
Bunun yanı sıra, Kadir Gökmen Öğüt’ün sorularının aslında yanıtlanmadığını görüyoruz. Ayşenur İslam’ın verdiği yanıta göre her iki sorunun yanıtının da “hayır düşünmemekteyiz” olduğu anlaşılıyor. Kadınların nasıl oy kullanabileceğine dair bir çözüm yolu düşünmüyor ASPB, peki neyi düşündüğünü söylüyor: Kadınların güvenliğini (!)
Soru önergesine verilen yanıtta ve Ayşenur İslam’ın verdiği demeçte de can güvenliği ve tehdit kelimelerinin varlığı ve sıklığı, bu meselenin biz sıradan vatandaşların anlayamayacağı boyutları olduğuna, ama devletimizin bununla ilgili yoğun bir kaygısı ve çabası olduğuna, bir yol bulunamamışsa henüz meselenin çok çetrefilli olmasından dolayı olduğuna ikna etme amacı taşıyor. Fakat sığınakta kalan kadınların sürekli güvenliğinden bahsedilmesi, devletin önceliğinin kadınların güvenliği olduğu ya da kadınların güvende olduğu anlamına gelmiyor tabi ki.(13) Ama güvenlikten bu kadar çok bahsedilmesi kadınların neden oy kullanamadığının yapısal nedenleri yerine, aslında sonuç olan can güvenliğine odaklanmamızı mümkün kılıyor. Ve biz iyi niyetli insanlar kadınların can güvenliğinin (neden sağlanamadığını da anlamamakla birlikte) pek tabi ki oy kullanma hakkından daha önemli olduğuna ikna oluyoruz.(14)
Sığınakta kalan kadınların oy veremiyor oluşlarının altında güvenlik söylemine eşlik eden ve onu pekiştiren başka bir söylem daha var: Bu kadınların iradesi elinden alınmış “mağdurlar” olduğu. Sığınakta kalmaya başlayan kadına kendi kararlarını veremeyen, nerede, ne zaman, nasıl davranacağı kendisine söylenmesi gereken biri olarak davranılmasının gerekçesi de güvenlik sosuna bulanmış bir muktedir söylemi olmaktan öteye gidemiyor. Şiddete maruz kaldığımızda sanki hayatımızla ilgili kararları veremiyoruz.
Sığınaklarda var olan bütün kötü uygulamaların gerekçesini sorduğumuzda “güvenlik” yanıtını alıyoruz. Güvende olmamız için, telefon kullanmamamız, dışarıya çıkmamamız, kimse ile görüşmememiz gerekiyor. Sanki hiç var olmamışız gibi davranmamız gerekiyor ki güvende olalım. Ancak “yok” olursak güvendeyiz. Devletin sığınaklardaki kadınların oy kullanabilmesi için bugüne kadar herhangi bir düzenleme yapmamış olması da bu kadınları “yok vatandaş” saymasından. Oysa, güvenlik ve oy hakkı arasında ya da güvenlik ve özgürlüğümüz arasında seçim yapmak zorunda değiliz. Devlet, her ikisine birlikte sahip olabilmemizi sağlamalı. Hem özgür, hem de güvende olabilmeliyiz.
Peki sığınakta kalan kadınların oy kullanması Ayşenur İslam’ın tarif ettiği gibi karışık ve tehlikeli bir mesele mi gerçekten? Başka ülke örneklerine baktığımızda meselenin hiç de o kadar zor olmadığını görebiliyoruz.(15)
Avusturya: Posta yoluyla oy kullanma hakkı olduğu için sığınaklarda kalan kadınlar bu yolla oy kullanıyorlar.
Norveç: Sığınaklarda kalan kadınlar, seçimlerden bir süre önce oy kullanıyorlar (yurtdışında yaşayan vatandaşların kullandığı gibi). Can güvenliği sorunu olmayan kadınlar belediyede, can güvenliği olan kadınlar ise sığınaklarda oy kullanıyorlar, kullanılan oyları görevliler seçim bürosuna götürüyor.
Malta: Kadınlar ikâmetgahlarını sığınak olarak gösteriyorlar. Bu değişikliği, Kimlik Kartı Bölümü’ne (Identity Card Department) bildiriyorlar ve seçim günü diğer vatandaşlar gibi oy kullanıyorlar.
İngiltere: Güvenlik tehlikesi bulunan ve sığınakta kalan kadınlar gerekli başvuru prosedürlerini tamamladıktan sonra anonim olarak oy kullanabiliyorlar.
Kadın Çalışmaları Derneği, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce, sığınaklarda kalan kadınların oy kullanabilmesi için bir imza kampanyası da başlatmıştı ve 1000’i aşkın kişi ve kurumdan imza toplamıştı. Kampanyanın taleplerini de başta ASPB olmak üzere ilgili kurumlara imzalar ile birlikte iletmişlerdi. Bu metinde sığınakta kalan kadınların nasıl oy kullanabileceğini ve farklı ülkelerde nasıl oy kullanılabildiğine dair örneklere de yer vermişlerdi. Kadın örgütleri de daha önce medya kanalları aracılığıyla bu sorunun nasıl çözülebileceğine ilişkin önerilerini söylemişlerdi.
Bu önerileri şu şekilde özetleyebiliriz: Kadınların ikametgahları ŞÖNİM ve belediye dayanışma merkezlerinde olabilir, seçim günü belirlenen bir yerde oy kullanabilirler ya da sığınaklara sandık gönderebilirler, yurtdışındaki vatandaşlarda olduğu gibi seçim gününden başka bir günde oy kullanabilirler, kadınların isimlerinin seçmen listelerinde görünmemesi için KSGM ve YSK ortak bir çalışma yapar ve kadınların isimlerinin görünmemesinin şaibeye yol açması engellenebilir, kadınların ikâmetgahları aynı kalabilir tıpkı milletvekili ya da polislerin oy kullandığı gibi ülkenin herhangi bir yerinde oy kullanabilirler vs… Kısacası, yeter ki hükümet bu sorunu çözmeyi istesin, kadın örgütlerinin bu konudaki bilgi ve deneyimlerini duymaya açık olsun. Bir yol bulunur elbet.
Aylin Nazlı Aka da, geçen yıl, sığınakta kalan kadınların oy kullanabilmesi için Seçim Kanunu’na geçici madde eklenmesini önerdiği bir kanun teklifi sunmuştu.(16) Bu Kanun teklifi üzerine konuşmak için söz aldığında, o güzel ayakkabısını eline alıp, kendisine laf atan AKP milletvekillerine “Bir size, bir ayakkabıma bakıyorum, değmez diyorum” dediği yüreklendirici meclis konuşmasını yapmıştı. Kanun teklifinde, sığınakta kalan kadınların bağlı bulundukları ASPB İl Müdürlüklerinin, İl Müdürlüğünün bulunduğu ilçe seçim kuruluna başvurarak, İl Müdürlüğü’nün belirleyeceği sandık listesine dahil edilmesini talep etmişti. Bu kanun teklifi hala Anayasa ve Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonlarında görüşülmeyi bekliyor.
Peki seslerini duymadığımız ve bu yazıda “sığınakta kalan kadınlar” diye geçen, oy kullanamayan binlerce kadın ne diyor derseniz: Binlerce kadına ulaşmamız mümkün değil elbette ama Mor Çatı Sığınağı’nda kalan kadınların seslerini iletebilirim size.(17) Mor Çatı Sığınağı’nda kalan kadınların tamamı oy kullanmak istiyor ama “güvenlik” gerekçesi ile kullanamıyor. Devletin bir an önce, kimlikleri ifşa edilmeden, güvenli bir şekilde oy kullanmalarının sağlamasını istiyorlar. Diğer kadınların da isteklerinin aynı olduğunu tahmin etmek zor değil. Onların bu isteklerini, bu yazı aracılığıyla başta Ayşenur İslam olmak üzere tüm hükümet yetkililerine iletmiş olayım.
Wollstonecraft, “…kadınların, onların mutluluğu düşünülerek yapılsa bile, baskı altına alınması tutarsız ve haksız bir davranış değil mi?” diye soruyordu. Kadınlara şiddet uygulayan erkeklerin neredeyse tamamı(18) oy kullanırken, cümledeki mutluluğun yerine güvenlik kelimesini koyarak, bugün oy kullanamayan kadınlar için aynı soruyu soruyorum. Sizce de sığınakta kalan kadınların oy kullanamıyor olması tutarsız ve haksız bir davranış değil mi?
Sığınakta kalan kadınların oy kullanması bu seçimde de mümkün olmadı Ayşenur İslam peki hangi seçimde mümkün olacak?
Notlar:
(1) Mary Wollstonecraft, Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi, İş Bankası Yayınları, 2007, s.3.
(2) Kadın ve Kadın Yurttaşın Bildirgesi’nin tam metnine şu linkten erişebilirsiniz:
(3) 1893 ile 1918 arasında, süfrajetleri konu alan, bir kısmı süfrajetlerin kendilerinin yaptığı olmak üzere ağırlıkla süfrajet karşıtı olan, yaklaşık 4500 çizim yapılmış. Google’da, sufragette postcards şeklinde bir arama yaptığınızda, çizimlerin “zenginliğini” görmeniz mümkün.
(4) Kadınların oy hakkı mücadelesi Amerika ve İngiltere’de daha etkin olmasına rağmen, kadınların oy hakkını kazanabildiği ilk ülkeler bunlar olmadı. Oy hakkının kazanıldığı ilk ülke 1893″te Yeni Zelanda idi. Onu, 1902’de Avusturalya, 1906’da Finlandiya, 1913’te Norveç takip etti.
(5) Osmanlı Kadın Hareketi tarihinin bir bölümünü, ne mutlu ki, Aynur Demirdirek, Yaprak Zihnioğlu, Serpil Çakır, Lerna Ekmekçioğlu ve Melisa Bilal’in çalışmaları sayesinde öğrendik. Bu çalışmalar, Türkiye kadın hareketini Cumhuriyet’in ilanı ile başlatan egemen tarih anlatısının aksine, Türkiyeli kadınların mücadelesinin Cumhuriyet öncesinde başlayan uzun bir tarihi olduğunu gösteriyor.
(6) Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yayınları, 2013, s.125‐126.
(7) Kadınlar Halk Fırkası, seçme ve seçilme hakkı olmayan kadınların parti kuramayacağı gerekçesi ile yasal geçerlilik kazanamadı. Bu yüzden, partiyi kuran kadınlar 1924’te Türk Kadınlar Birliği Derneği’ni kurdular.
(8) Serpil Çakır, a.g.e., s.129.
(9) Serpil Çakır, a.g.e., s.131.
(10) Kadın Adayları Destekleme Derneği (KADER), yedi yıldır Temsilde Kadın‐Erkek Eşitliği Karnesi veriyor ve 2014’te Türkiye’yi 7. Kez sınıfta bıraktı. 2014 karnesine şu linkten erişebilirsiniz. 2015 genel seçimleri sonucunda, Meclis’teki bu tablonun çok da değişmeyeceğini, Kadın Koalisyonu’nun kadın milletvekili adaylarının dağılımını gösteren çalışmasından görebiliyoruz. Kadın Koalisyonun çalışmasına şu linkten erişebilirsiniz.
(11) Oy hakkı varken oy kullanamayacak tek kesim sığınakta kalan kadınlar değil ne yazık ki.Ortopedik engelliler, görme engelliler, kronik hastalığı olup evde tedavi gören kadın ve erkekler, hastanelerde tedavi gören hastalar ve yakınları, okumaz‐yazmaz kadınlar, yaşlı kadın ve erkekler de oy kullanmada sıkıntı yaşayacak. Kadın Koalisyonu’nun YSK’ya sorduğu soruların ve yanıtların yer aldığı çalışmasına şu linkten erişebilirsiniz.
(12) Soru önergesine ve önergeye verilen yanıta şu linkten erişebilirsiniz.
(13) Nitekim, koruma kararına rağmen öldürülen ve sığınakta kalırken öldürülen kadınların varlığı düşünüldüğünde devletin bu “güvenliği” sağlayamadığı çok net görülüyor.
(14) Evren Balta ile söyleşi, “Güvenlik Devletinde Güvenliksiz Yaşamlar,” Feminist Yaklaşımlar, Şubat 2015
(15) Başka ülke örneklerine ulaşmam, Begüm, Seda, Hülya, Nihal, Irıs, Katya, Aine ve Claier sayesinde oldu. Hepsine çok teşekkürler.
(16) Kanun teklifinin tam metnine şu linkten erişebilirsiniz.
(17) Bu sesi iletmememe aracı olan Martina ve Melike’ye çok teşekkür ederim.
(18) Askerde olanlar, askeri okul öğrencileri ve taksirli suçtan hüküm giyenler hariç cezaevindeki erkekler oy kullanamıyor.