Oprah Winfrey, geçtiğimiz Pazar düzenlenen Altın Küre Ödülleri töreninde, “eğlence dünyasına olağanüstü katkılarından” dolayı Cecil B. DeMille ödülüne layık görülen ilk siyah kadın oldu. Törene katılan hemen diğer herkes gibi siyah giyinmişti; 1 Ocak’ta Hollywood’un çeşitli alanlarından 300 kadının, farklı sektörlerde cinsel tacize maruz kalan çalışanlara hukuki yardımda bulunmak için oluşturduğu Time’s Up (Süre Doldu) fonuna destek amacıyla. Oprah konuşmasında hem geçtiğimiz sene eğlence sektörünü sarsan skandallara, hem de bunların çok daha geriye giden, çok daha geniş kitleleri kapsayan köklü geçmişine değinmiş, ama umut aşılamayı da ihmal etmemiş; öyle ki halk gaza gelmiş, başkanını istiyor. Konuşmanın çevirisi aşağıda:
***
Teşekkürler, Reese. 1964 yılında, ben annemin Milwaukee’deki evinin ucuz zemin kaplamasının üzerinde oturarak 26. Akademi Ödülleri’nde en iyi aktör Oscar’ını sunan Anne Bancroft’u izleyen küçük bir kızdım. Zarfı açtı ve resmen tarihe geçecek beş kelime söyledi: “Ve ödülün sahibi Sidney Poitier.” Sahneye doğru, o güne dek gördüğüm en şık ve zarif adam geldi. Kravatı beyaz, derisi siyahtı ve kutlanıyordu. Hiç öyle kutlanan bir siyah adam görmemiştim. Öyle bir anın, küçük bir kız için, ucuz koltuklarda TV izlerken annesi başka insanların evini temizlemekten bitap düşmüş halde kapıdan içeri giren bir çocuk için ne anlama geldiğini çok defa açıklamaya çalıştım. Ancak tek yapabildiğim bunu Sidney’in Çayırdaki Zambaklar performansından bir alıntıyla açıklamak: “Amen, amen, amen, amen.”
1982 yılında, Sidney tam burada, Altın Küre Ödülleri’nde Cecil B. DeMille ödülünü kazandı ve şu anda benim aynı ödüle layık görülen ilk siyah kadın oluşuma tanıklık eden küçük kızlar olduğunun son derece farkındayım. Bu bir onurdur. Bu geceyi onlarla ve bana ilham veren, meydan okuyan, güç veren, yolculuğumun bu sahneye ulaşmasını mümkün kılan müthiş adamlarla ve kadınlarla paylaşmak bir onurdur ve ayrıcalıktır. A.M. Chicago’da bana şans veren Dennis Swanson… Beni dizide görüp Steven Spielberg’e ‘Bu Mor Yıllar’daki Sophia (olmalı)’ dedi. Dostum Gayle ve zor zamanlarda sırtımı yasladığım Stedman…
Hollywood Yabancı Basın Birliği’ne teşekkür etmek istiyorum. Şu günlerde basının kuşatma altında olduğunu biliyoruz. Yozlaşmaya ve adaletsizliğe karşı körleşmemize mani olan hakikati ortaya çıkaranın, doymak bilmez bir adanmışlık olduğunu da biliyoruz. Tiranlara ve kurbanlara, sırlara ve yalanlara karşı… Şu karmaşık zamanları yönetmeye çalışırken, basına her zaman olduğundan daha fazla değer verdiğimi söylemek istiyorum. Bu da beni şuraya getiriyor: Emin olduğum şey, doğru bildiğimizi söylemenin hepimizin sahip olduğu en güçlü araç olduğu. Özellikle de kişisel hikayelerini paylaşacak kadar güçlü hisseden ve güçlendirilen tüm kadınlarla gurur duyuyor ve onlardan ilham alıyorum. Bu odadakilerin her biri anlattığı hikayeler için kutlanıyor ve bu yıl biz hikayenin kendisi olduk.
Ancak bu, eğlence sektörünü etkileyen bir hikayeden ibaret değil. Bu, kültürü, coğrafyayı, ırkı, dini, siyaseti ya da sektörü aşan türde bir hikaye. Bu yüzden bu gece, yıllar süren istismar ve saldırıya, tıpkı benim annem gibi, doyurulacak çocukları, ödenecek faturaları ve peşinden gidilecek hayalleri olduğu için dayanan tüm kadınlara şükranlarımı sunmak istiyorum. Onlar isimlerini asla bilmeyeceğimiz kadınlar. Onlar ev ve çiftlik işçileri. Onlar fabrikalarda, restoranlarda çalışıyor. Onlar akademide, mühendislik, tıp ya da bilim alanında. Onlar teknoloji, politika ve iş dünyasının parçası. Onlar olimpiyatlardaki atletlerimiz ve ordudaki askerlerimiz…
Bir kişi daha var, Recy Taylor – benim bildiğim ve sizin de bilmeniz gerektiğini düşündüğüm bir isim. 1944 yılında, Recy Taylor, Abbeville Alabama’da katıldığı bir kilise ayininin ardından evine yürüyen yeni evli bir anneyken 6 silahlı beyaz adam tarafından kaçırıldı, tecavüze uğradı ve kiliseden evine uzanan yolun kenarına gözleri bağlı şekilde atıldı. Birilerine anlatırsa onu öldürmekle tehdit ettiler fakat hikayesi Siyahi İnsanların Gelişmesi İçin Ulusal Birlik’e (NAACP) raporlandı ve Rosa Parks isimli genç bir çalışan Taylor’ın dosyasının baş araştırmacısı oldu. Birlikte adalet aradılar. Ancak Jim Crow (yasaları) zamanında adalet seçenekler dahilinde değildi. Onu yok etmeye yeltenen adamlar hiçbir bedel ödemedi. Recy Taylor 10 gün önce, 98. yaş gününe günler kala öldü. Hepimizin yaşadığı gibi yaşadı – acımasızca güçlü adamların bozduğu bir kültürün içinde çok uzun yıllar… Çok uzun bir süre boyunca, kadınlar bu adamlar hakkındaki hakikati ne pahasına olursa olsun konuşma cesareti gösterdiklerinde bile kimse onları duymadı ya da onlara inanmadı. Ama artık zamanları geçti. Onların zamanı geçti.
Ve umuyorum ki Recy Taylor, hakikatinin, tıpkı bütün bu yıllar boyunca işkence görmüş, hatta şimdi bile görmekte olan çok sayıda kadının hakikati gibi yol almaya devam edeceğini bilerek ölmüştür. O hakikat neredeyse 11 yıl sonra Montgomery’deki o otobüste yerinden kalkmama kararını verirken Rosa Parks’ın kalbinde bir yerlerdeydi. Şimdi “Ben de” demeyi tercih eden her kadınla birlikte burada. Ve dinlemeyi tercih eden her adamla birlikte.
Kariyerim boyunca, TV’de olsun sinemada olsun, kadınların ve erkeklerin aslında nasıl davrandığı hakkında bir şey anlatmak için her zaman elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Utancı nasıl yaşadığımızı, nasıl sevdiğimizi, öfkelendiğimizi, nasıl düştüğümüzü, nasıl çekildiğimizi, azmettiğimizi ve nasıl üstesinden geldiğimizi anlatmak için… Hayatın üzerinize fırlatabileceği en çirkin şeylere dayanmış insanlarla röportajlar yaptım ve onları canlandırdım. Hepsinin ortak özelliği ise, daha parlak bir sabaha uyanma umudunu en karanlık gecelerde bile muhafaza etme kabiliyetiydi.
Bu yüzden şimdi, burada, izleyen tüm kızların bilmesini istiyorum ki ufukta yeni bir gün var! Ve o gün nihayet doğduğunda, bu, bizleri kimsenin bir daha ‘ben de’ demek zorunda kalmayacağı bir geleceğe taşıyan liderlere dönüşmek için sıkı bir mücadele veren, ve bazıları bu gece burada olan, muhteşem kadınların ve müthiş adamların sayesinde olmuş olacak.