Elif Key, “Anne Olmasaydın Anlardın!” adında, annelik mücadelesi hakkında bir yazı yazmış – Kadınlar arasında dalga dalga yayılan doğum sancısıyla ilgili. Anne olmayı seçseniz de, seçmeseniz de mutlaka bir doğum sancısı var, çekilecek. Key’in de bu gerginlikten siniri bozulmuş olacak, anneleri azarladığı yazısında şöyle diyor:
“Bir kere biz sizi ve çocuklarınızı ayrı ayrı kabul ediyor ve seviyoruz.
Yani kalkıp da bize “Bu sene yuvaya başlıyoruz” ya da “Artık kakamızı söylemeye başladık” dediğinizde, ne kadar antipatik olduğunuzu nasıl anlatalım?
Sizi lazımlıkta otururken ya da yuvada küplerle oynarken hayal etmek zorlayıcı ama insan buna da alışıyor. Ve “İnsan anne olmadan da sabrını kontrol etmeyi böyle öğreniyor” deyip geçiyoruz.
Bir kere biz sizi başka anneleri hayattaki en büyük rakipleriniz olarak görürken ve çocuğunuzun gittiği yüzme kursunu, yediği ilk balığın türünü, hastalandığında verdiğiniz ve hemen iyi gelen o bitkisel karışımın tarifini veya çocuğunuza aldığınız “İngilizce’ye ilk adımlar” kitabının adını bile başka annelerden saklarken, sizin samimiyetinizi sorguluyoruz. İçimizden “Yahu bu kadın benim en yakınımdı hangi ara böyle hırslandı? Hangi ara bu kadar delirdi?” diye düşünmeye başlıyoruz.
Çünkü besbelli bize de hayatınızı eksik püksük anlattığınızı, eskisi kadar samimi olamayacağımızı bize siz düşündürtüyorsunuz. “
Habertürk’ün niyeyse dandik Windows 3.1 oyunları gibi turuncu renkli garip bir işaretleme tekniğiyle vurgulayarak zenginleştirdiği yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz. Bunları okuyunca mücadelelerin en keskin ve fenasının niyeyse her zamanlar kadınlara düştüğünden başka bir şey düşünemiyor insan. Baskı herkesin üzerinde. Nasıl bekar ve çocuksuz kadın eksik kabul edilme tehlikesindeyse, evlenene, çocuk yapana kadar bir birey değil de, Key’in de dediği gibi rüyalar aleminde yaşayan, hazin bir çocukluk dönemini inatla sündürmeye çalışan bir ucube muamelesi görüyorsa, çocuklu kadın da çocuk yetiştirme derdinin yanında bin türlü şeyle uğraşmak zorunda: Doğumdan sonra çekici “kalmak”. Her şeyden haberdar olmak, dünyadan kopmamak. Bu anneler bir yandan en ileri çocuk uyutma tekniklerine hakim olacak, bir yandan da, artık o ne demekse, annelikle beraber kadınlığını da ayakta tutacak, yani aile kurumunun en büyük düşmanı “bekar”lara pabuç bırakmayacak. Çünkü Ayşe Arman’ın röportaj yaptığı altın bekar Ozan K.’nın da dediği gibi, evlenen kadın ipin ucunu bırakırsa aldatılmaya mahkum. İnsan daha düşünürken yoruluyor – Valla düzen kurulmuş, kadınları birbirine kırdırıyorlar. Key kızgın yazısına şöyle devam ediyor:
“Siz ne yazık ki sadece kendinize faydalı çocuklar yetiştiriyorsunuz.
Aklı başında, sağduyulu, sakin büyütülen çocuklara, ileride sizin gibi “proje anneler” tarafından büyütülen çocukların ağır mobbing uygulayacağını bugünden görüyoruz.
Çocuklarınız yuvada prezantasyon yapıyor, iPad’i sol koluyla açıp iPhone’da sizden hızlı hareket ediyor diye sabahtan akşama kadar yüzümüzde “Ay maşallah”yapıştırmasıyla otururken gerçekten acı çekiyoruz.
Çünkü “Sene olmuş 2012, bütün çocuklar seninki gibi, bunlar uçsa biz şaşırmayız” diyemiyoruz.
Çünkü sizinkiler en akıllı! Sizinkiler yeme problemi de yaşamıyor, sizinkiler kakasını da hemen söyledi, sizinkiler koyuyorsun uyuyor, sizinkiler hiç antibiyotik de içmedi değil mi?
Ne güzel. Başka annelere attığınız palavraları biz anne olmadan da yemiyoruz.”
Elif Key’in bu yazıyı yazmadan önce ta şurasına geldiğini tahmin ediyorum, söylediklerinde de samimidir… Üstelik mail kutusunun daha şimdidek manyak manyak maillerle dolup taştığını tahmin ediyorum. Ama yazıda da konuyu çözümsüzleştiren bir şefkat eksikliği yok mu? Kadınlara hissettirilen, içten dıştan gelen öyle bir gerilim var ki, mesele ister istemez karşılıklı bir tatmin maratonuna dönüşüyor: Çocuksuz kadın özgür yaşamının ne kadar zengin olduğunu devamlı ve durmaksızın ispatlamak zorunda. Buna karşılık anneler de hep bir ağız, yerleşik ve çocuklu yaşamın güzelliklerine dair gazel okumak durumunda.
Çocuk sahibi olunca insanın hayatı bayağı değişiyor, bunu anlamak için anne olmaya gerek yok. Hani çocukken okul değiştiren bir arkadaşınızı tekrar görünce bir garip olursunuz, hala bildiğiniz sevdiğiniz arkadaşınızdır da dünyası değişmiştir, arada aşılmaz bir takım engeller olduğunu hemen sezer, burulursunuz, biraz öyle bir şey herhalde. Artık bambaşka gündemler sözkonusu. Acaba anahtar bunun önkabulüyle hareket etmek ve biraz şefkatli olmaya çalışmak mı? Karşılıklı içten içe balonlanan bu rekabet, kin duygusu, iki tarafın da birleşerek Ozan K.’ya dönüp “Haa, doğru kadınlığın yolu için senden bir de icazet alacaktık, çok biliyorsun” demesiyle yatışır mı? Kafaya dayatılan bu garip öncelik ve mecburiyetlerin çözümü, gerçekten karşılıklı anlayış ve şefkat kadar basit, olabilir mi? Tombul barış güvercinimi havaya atıp yazıyı bitiriyorum. Yorumlarda buluşalım.