Boğaziçi’ndeki ilk dönemimde aldığım derslerden biri Ferhunde Hoca’nın Aile Sosyolojisi dersiydi. Dönemin ilk dersinde Ferhunde Hoca, aile nedir, toplumda ne gibi bir işlevi vardır, “aile toplumun en küçük birimidir” demek ne demektir gibi kulağa basit gelen, ama aslında bir o kadar da derin ve üzerine düşünülmesi gereken sorular sormuştu. Ardından “devletler için bireyleri tek tek yönetmektense aileleri yönetmek ve o ailelerin yönetimini de “evin babasına/reisine” vermek çok daha kolaydır ve ailenin ‘düzeni’ sağlamada devlete çok çeşitli getirileri vardır” dediğinde, söyledikleri bana çok şey ifade etmişti. Daha önceden farketmediğiniz bir şeyi farkettiğinizde, farketmiş olduğunuz şey size bir anda çok tanıdık, çok bilindik gelir de ama siz daha önce hiç bu şekilde ifade etmemiş, bu sözcüklerle düşünmemişsinizdir ya, benim için işte öyle büyülü bir andı o an. O ders, hepimizin bir biçimde içinde olduğumuz ya da dışında bırakıldığımız aileye dair sorduğum ve halen sormaya devam ettiğim sorular için önemli bir başlangıçtı benim için. Sosyoloji toplumu anlama çabasıysa eğer, bu çabaya önce en iyi bildiğimiz, hayatımıza en çok dokunan yerden girişmenin ne kadar anlamlı ve gerekli olduğunu da anlamaya başlıyordum o dersle.
Üniversite yıllarım boyunca Ferhunde Hoca’dan çeşitli dersler aldım, ondan ve derslerindeki tartışmalardan çok şey öğrendim. Ferhunde Hoca’nın makaleleri tartışırkenki biz öğrencilerini yorum yapmamız ve soru sormamız için cesaretlendirici tavrı, bizi metnin ve konunun içine çekişindeki incelikli yaklaşımı, onun derslerindeki öğrenme isteğimi her zaman yüksek tutardı. Ders dışında da öğrencilerine her zaman o unutulmaz gülümsemesiyle yaklaşır, onları can kulağıyla dinler ve onlarla içten bir şekilde ilgilenirdi. Öğretmenin ancak öğrencilerle birlikte tartışmaktan, onlarla samimi bir diyalog kurmaktan ve bunlardan keyif alarak öğrenmekten geçtiğini anlamamda ve bugün bunları kendimce uygulamaya çalışmamda Ferhunde Hoca’nın katkısı çok büyük.
Bilindiği üzere, Ferhunde Hoca çok iyi bir nüfus bilimci ve sosyologdu. Toplumsal cinsiyet, ev içi emek, göç, aile ve sosyal tarih alanlarındaki araştırmalarıyla Türkiye üzerine olan yazına çok önemli katkılarda bulunmuştu. Ama Ferhunde Hoca’yı biz öğrencileri için böylesine değerli ve biricik kılan, aslında onun gerek akademide gerekse diğer çevrelerde rastlanması oldukça zor alçak gönüllüğü, öğrencileri ve meslektaşlarıyla kurduğu sevgi dolu yakın ilişkileri ve bizlerden hiç sakınmadığı güler yüzüydü. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü’nde birlikte çalıştığı hocası Prof. Dr. Nusret H. Fişek’in 1992’deki ölümünün ardından şöyle demiş Ferhunde Hoca: “Bilimde yaşa ve titre göre hiyerarşi olmaması gerektiğini, özgür bir düşünme ve tartışma ortamının ne kadar geliştirici olduğunu öğrendim. Gençlere öz güven vermenin başka bir yolunun olmadığını öğrendim. Şimdi bu öğrendiklerimi öğrencilerime aktarmaya çalışıyorum ve yaşım ilerledikçe genç kuşaklarla tartışmanın bana da ne kadar yararlı olduğunu görüyorum”. Ben de şimdi, bu erken vefatının ardından, Ferhunde Hoca için şunları söylemek istiyorum: Ben Ferhunde Hoca’dan hoca-öğrenci ilişkisini eşit kılma çabasının ne kadar kıymetli bir çaba olduğunu, bu çabanın öğrenciyi nasıl yüreklendirdiğini ve içten, güven veren ve sevgi dolu her karşılaşmanın iyi bir insan ve sorumlu bir akademisyen olma yolunda bize kattıklarının paha biçilemez olduğunu öğrendim. Ona bana gerek derslerde gerekse ders dışında öğrettikleri, yapabileceklerime dair beni her zaman cesaretlendirdiği ve zor günlerimde benden desteğini esirgemediği için minnettarım. Ve bunları söylerken de ölümünden sonra bir kez daha anladığım üzere yalnız olmadığımı biliyorum…
Aralık ayında Boğaziçi’nde ilk defa hem hocalarımın hem de öğrencilerimin olduğu bir panelde konuşma yaparken duyduğum heyecana ortak olduğu, beni övgü dolu sözleriyle yüreklendirdiği için ona minnettarım. Her zaman olduğu gibi, benim gibi kolay heyecanlanan birisini rahatlatmayı bildi o gün de. Yine Aralık ayında Sabancı’dan hocam Dicle Koğacıoğlu adına her yıl düzenlenen makale ödülü töreninde birlikte Dicle’yi anma fırsatı bulduğum için de ayrıca çok mutluyum. En son 7 Mart’ta Deniz Kandiyoti’nin Dünya Kadınlar Günü konuşması sırasında gördüğüm Ferhunde Hoca’yla birbirimize el salladığımız an gözlerimin önünde. Meğer o gün ameliyatı sonrası ziyaret etmek için biraz daha iyileşmesini beklediğim sevgili Ferhunde Hoca’m ile son karşılaşmamızmış. Ne şanslıyım ki, onun öğrencisi oldum ve Boğaziçi’nden sonraki zamanlarımda da onun hocalığından, dostluğundan, sevgisinden hiçbir zaman mahrum kalmadım. Ferhunde Hoca ona çok yakışan rengârenk şalları, gümüş küpeleri ve eşine az rastlanır türden gülümsemesiyle hafızamda kalacak. Işıklar altında uyuyun hocam…