"Uygar" ülkelerin gezi rehberlerinde hala yer alan hayvanat bahçeleri müşteri kaybetmiyor.

KÜLTÜR

Orka Morgan Ve Deniz Memelileri Üzerine Bir Söyleşi

 

Geçtiğimiz ekim ayında, orka Morgan’ın doğumu ve deniz memelilerinin gösteri parklarında yaşadıkları zorluklarla ilgili bir yazıyı ağlayarak okuduktan sonra, yazarı Özgür Keşaplı Didrickson ile bir söyleşi yapmayı kafaya koymuştum. Ben de birçok insan gibi deniz memelilerine çocukluğumdan beri ilgi duyarım. Balina ve yunus şarkılarına hiç denk geldiniz mi bilmiyorum, strese bire birler ve çok büyüleyiciler.

 

Bu arada Özgür de oldukça sıra dışı bir kadın. Hem biyolog hem de köşe yazarı olan Özgür, söyleşide de okuyacağınız üzere doğal yaşamın korunmasına çok genç yaşlardan itibaren gönül vermiş biri. Özgür ile deniz memelilerinden, yaban hayatından, bir Tlingit yerlisi olan eşi sayesinde Alaska yerlilerinin doğaya ve sanata bakış açısından bahsettik. Oldukça uzun bir söyleşi oldu ama hem Özgür’ün anlattıkları hem de anlatım dili beni çok etkilediğinden yazıyı çok kısaltmak istemedim.

 

Özgür Keşaplı Didrickson

 

 

Kuşlara, balinalara ve genel olarak yaban hayata dair ilgin tam olarak ne zaman başladı? Yaban hayatın korunmasına ilişkin insanları bilinçlendirme çabanın hikâyesini senden dinlemek isterim.

Kendimi bildim bileli denizi ve yunusları çok seviyorum. Artık görmüyoruz ama eskiden sık sık sıçrayarak ilerleyen yunus sürüsü görürdük memleketim Burhaniye’de. Herkes heyecanla birbirine haber verirdi. İlkokul zamanı İzmir’e taşındığımızda özellikle asfaltın içimi çok daralttığını hatırlıyorum. Pek çok insan gibi ben de ilk olarak şehre taşınınca anladım doğanın yaşamımdaki yerini.

 

Cousteau belgesellerini çok severdim ama onun dışında yaban hayatla ilgili pek fazla belgesel, kitap yoktu nerdeyse. Ortaokulda İngilizce öğrenince İzmir Sevgi Yolu sahaflarının hazine sandığı olduğunu öğrendim. Amerikan askerlerinin okuduktan sonra sahaflara bıraktığı National Geographic dergilerinin dizili olduğu raflarda balinalarla ilgili sayıları bulmaya çalışırken uzun süre bükmekten boynum ağrırdı. Ortaokuldaki biyoloji öğretmenimiz de doğayla çok ilgiliydi. Doğa Kulübümüz bile vardı. Türlü insan faaliyetleri nedeniyle doğanın zarar gördüğünü, bunu engellemek için bir şeyler yapmak gerektiği ilk olarak bu yıllarda öğrendim.

 

Lisedeyken, yazları Burhaniye’de yaşayan, ülkemizin ilk kadın gazetecilerinden Müşerref Hekimoğlu’nun bir yazısında Edremit Körfezi’nin arıtma sorunu nedeniyle kirlenme tehdidiyle karşı karşıya kaldığını okuduk. Annem ve kız kardeşimle kendisini ziyarete gittik. Bir şeyler yapmak istediğimizi duyunca çok sevindi. Dostları Bahri Savcı ve Mehmet Özgüçlü ile birlikte bize destek oldu. Çevremizdekileri örgütledik. Hep beraber kapı kapı dolaşıp, insanlara durumu anlatarak imza topladık. Sonra o imzaları dönemin Çevre Bakanı Ali Talip Özdemir’e ilettik. Aktif olarak içinde yer aldığımız ilk doğa koruma eylemiydi bu.

 

Kız kardeşimle ODTÜ Biyoloji ‘de okurken Akdeniz Foku Araştırma Grubu ve ODTÜ kuş gözlem topluluğuna katıldık. Arazi gözlemleri, sunuşlar, eğitsel materyaller bu dönem yaşamımıza girdi. Kuş Araştırmaları Derneği’nin kurulması (1998) ile profesyonel olarak kuş araştırma ve koruma çalışmalarına dâhil olduk.

 

Yunuslar üzerine çalışmak için biyoloji okumaya karar vermiştim ama o sırada çok fazla yunus çalışması olmaması gibi birkaç nedenle yüksek lisansımı kuş göçü üzerine yaptım. 2002’de ülkemizde yunus gösteri merkezleri açılmaya başladığını öğrendim. 2011’e kadar yunus tutsaklığı konusunda öncü çalışmalar yaptım. Bu konu popüler olunca yaşananlar nedeniyle ne yazık ki köşeme çekilmek zorunda kaldım ancak hala bu konuda ve genel olarak yaban hayatla ilgili kamuoyunu bilgilendirici yazılar yazmaya devam ediyorum

 

Sence insanoğlu neden yunus ve balinalara bu denli hayranlık besliyor? Memeli oldukları ve farkındalıkları yüksek olduğu için mi, hem iletişim kurabildiğimiz hem de bizden farklı bir dünyada, suda yaşadıkları için mi, yoksa sirk hayvanlarına duyulan ilgiden farksız mı bu durum?

Yunuslar ve insanlar arasında çok eski zamandan beri, üstelik karşılıklı bir ilgi var. İnsanları boğulmaktan, hatta köpekbalıklarından kurtaran; kaybolmuş teknelere rehberlik eden; dadandıkları limanlarda yıllarca yaşayan, insanların onları beslemesine, onlarla yüzmesine izin veren yunuslara dair sayısız öykü var. İki tür arasındaki etkileşime en çarpıcı örneklerden biriyse Avustralya, Myanmar, ve Brezilya gibi yerlerde rastlandığı gibi balıkçılarla yunusların işbirliği yaparak balık avlaması.

 

Bu gibi etkileşimleri yaşamamış, hatta duymamış pek çok insan da yunuslara ve balinalara büyük ilgi duyuyor. Biz karasal canlılar için denizler bile halâ gizemini korurken sualtında dinozor kadar büyük balinaların yaşadığını ve boyutlarına rağmen insanlara zarar vermediğini bilmek başlı başına merak ve hayranlık uyandırıyor. Özellikle Afalina türünden yunuslar (şişe burunlu yunus) 1800lerin sonundan beri tutsak tutulduğu, 1938’den beri gösteri yapmak üzere eğitildiği ve hatta filmlerde oynatıldıkları için ne kadar zeki olduklarını çok uzun süredir biliyoruz. Hep gülümsüyor gözükmeleri, hem oyunculuk hem zarafet içeren sıçramaları nedeniyle yunuslar pek çok insanın en sevdiği hayvan.

 

Aslında özellikle yağları nedeniyle balinalar, yakın geçmişe kadar (1986) bazı türleri yok olma sınırına getirecek kadar büyük ölçekte ticari olarak avlanmış. Ve ne yazık ki bu korkunç avın ilk olarak sınırlandırılması balina sevgisi nedeniyle değil balina sayılarındaki azalmanın ekonomik etkisi nedeniyle olmuş. 60ların sonunda balinaların şarkı söylediği gibi hayranlık uyandırıcı keşifler, ticari avcılığa karşı gitgide artan sesler (Greenpeace’in şişme botlarla avcı gemilerle balinaların arasına girmesi gibi ) balinaları doğa korumanın en büyük simgelerinden yapmış, bu nedenle de en sevilen hayvanlardan olmalarını sağlamış.

 

Doğal yaşamlarında gözlemleme şansımız olsaydı, yine bizimle bu denli yakın ilişkileri olur muydu sence? Onlarla duygusal bir bağ kurmak istiyoruz burası gerçek, ama bunu nasıl zarar vermeden başarabiliriz? 

Juneau’da (Alaska) yaşarken bir yavru kambur balina rıhtımımıza dadanmıştı. Her gün güneş batmasına yakın beliriyordu. Bir akşam rıhtımın bir ucunda, lambanın altında bakınırken birden su yüzeyine çıktı. Çok heyecanlandım çünkü göz göze geldik. Sonra daha birçok kez o noktada bekledik ve o da yine aynı noktada su yüzeyine çıktı, bize baktı. Bizim kendisiyle ilgilendiğimizi elbette anlamıştı, o da bizleri merak ediyordu. Ara sıra böyle, belirli bir noktada bir süre, hatta yıllarca dolanan ve insanlarla etkileşime giren yunus ve balinalar oluyor.

 

İstanbul’da yaşayanlar şehir hatları vapurlarında giderken bile yunuslarla karşılaşabilirler. Orada yaşamadığım halde vapurla giderken çok kere karşılaştım. Hatta bir seferinde büyükçe bir grup, sıçrayarak yakınımızdan geçmişti. Karadan yunus görmek de olası. Teknedeyken ya da denize yakın yerlerdeyken denizi sürekli, dikkatle taramak görme şansımızı elbette çok artırıyor. Topkapı Sarayı’nda gezerken bile bu şekilde yunus görmüşlüğüm var.

 

Elbette onlarla en çok denizdeyken karşılaşma olasılığımız var ancak çoğumuzun böyle bir şansı yok. Bu durumda araştırma çalışmalarına katılarak onları yakından görme ve tanıma fırsatımız olabilir. Bu konuda Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (tudav.org) ya da Deniz Memelileri Araştırma Derneği’yle (dmad.org.tr) iletişime girilebilir. Maddi durumu iyi olanlar dünyanın her yerindeki yunus ve balina araştırmalarına katılabilirler. MARMAM (Marine Mammals Research and Conservation Discussion) e-posta listesine üye olarak gönüllü arayan çalışmaların duyurularını takip etmek mümkün.

 

 

Fotoğraf: Jno Didrickson

 

Morgan ile ilgili yazında, ticari amaçlar için üremesine ve gösteri dünyasına dâhil edilmesine göz yumulan balinalardan söz ediyorsun. Hayvan hakları konusunda birçok ülkeden daha bilinçli yaklaştığı bilinen ülkelerin dahi bu tutsaklığa ticari kaygılar nedeniyle seslerini çıkaramadıkları bir dünyada, yine biz sıradan insanlar, bilinen yardım kuruluşlarına katkıda bulunmak dışında ne yapabiliriz?

Tutsaklığın sona ermesi için yunus ve balinaların canlı yakalanmasının, ticaretinin ve üremelerinin sona ermesi gerek. Bunların önüne geçebilecek olanlar güç sahipleri. Bu nedenle en başta hükümet üzerinde baskı oluşturulması geliyor.

 

Etkili, tutarlı, ısrarlı bir baskı için ilgili tüm kişi ve kurumların samimi bir şekilde güç birliği yapması gerekiyor. Tutsaklığın sona ermesi için gösteri parkları üzerinde de baskı oluşturmak gerekiyor. İnsanları gösteri merkezlerine gitmemeleri konusunda bilgilendirmek gerekiyor. Son yıllarda, The Cove, Blackfish gibi filmlerin de etkisiyle tüm dünyada tutsaklığa karşı ciddi bir tepki oluştu. Ancak buna rağmen gösteri parkları ciddi oranda müşteri kaybetmedi. “Uygar” ülkelerin gezi rehberlerinde bile hala yer alan hayvanat bahçeleri de müşteri kaybetmiyor. Bu 2 yer görece ucuz oldukları için de tercih ediliyor. Daha zengin olanlar, kutuplar dâhil pek çok yerde balina gözlem turlarına katılabiliyor; ayrıca mesela balina köpekbalıklarıyla doğal ortamda yüzebiliyor. Özgür hayvanlar da bu tür turlar nedeniyle zarar görebiliyor.

 

Özetle, insanlar hayvanlara ilgi duyuyor. Gösteri parklarının, balina gözlem turlarının patronları bu ilgiyi paraya çevirirken bizlerin de bu ilginin gücünü fark etmemiz ve doğru kanala aktarmamız gerekiyor kanımca. Halkı sirke benzeyen yunus gösteri parklarına gitmemeleri yönünde bilgilendirirken bunu unutmamak; insanları sert eleştirmemek, aşağılamamak gerekiyor.

 

Ayrıca insanların çoğu, bu yerleri çocukları için de geziyorlar çünkü yakından zürafa, yunus görmek çocukları çok heyecanlandırıyor. Aslında çocuklar hayvanlara zarar gelmesini, onların doğal ortamlarından koparılmasını istemez. Bu nedenle hayvanların tutsak edildikleri yerlere gitmemek gerektiğini doğallıkla benimseyebilirler. Ailelere düşen, tutsaklıkla savaşırken çocukların yaban hayvanlarıyla özgür ortamlarında karşılaşmaları için de emek harcamaları olsa gerek. Şnorkel, dürbün, rehber kitaplar aracılığıyla balık, kuş gözlemek; deniz kaplumbağalarıyla ilgili araştırmalara, kuş halkalama gibi çalışmalara katılmak, çocukların ilgi duydukları yaban hayatla ilgili bilgilenmelerini ve özgür hayvanları da karşı karşıya oldukları tehditlerden korumak gerektiği bilincine kavuşmalarını sağlayacaktır.

 

Carl Safina’nın ‘hayvanlar ne düşünür, ne hisseder’ konulu bir TED konuşmasını izlemiştim. Yavru yunus, bakıcısının sigara içmesine bir müddet bakıp, annesinin sütünü emiyor ve sütü tıpkı sigaranın dumanı gibi ağzından püskürterek bakıcısını taklit ediyordu. Carl, “insanlar bir şeyi temsil etmek için başka bir şey kullanınca buna sanat diyoruz, aynı şeyi hayvanlar da yapabiliyor” demişti. Sanata ve hayvanlara bakış açımı oldukça sarsan bir açıklamaydı bu. Sence biz insanlar, hayvanlardan çok mu farklıyız? 

Acaba o yavru o davranışı neden, ne düşünerek, ne hissederek yaptı? Yalnızca bir taklit mi yoksa iletişim kurmaya mı çalıştı? Hayvanların ne düşündüğü, ne hissettiği tartışmalı konular. Bir örnek vereyim. Ölü yavrusunu günlerce başının üzerinde taşıyan yunus ve balinalara ait gözlemler var. Kimi bilimcilere göre bu bireylerin zihninin içine giremediğimiz, ne düşündüklerini bilemediğimiz için bilimsel olarak yas tuttuklarını söyleyemeyiz. Diğer yandan çok zeki olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış olan yunuslarda da insanlarda empati, sezgi gibi duygularla ilgili olan nöronların bulundu. Bu nedenle kimi bilimciler yunusların ölüme yas benzeri tepki verdiğini söylemekten çekinmiyor.

 

Kimi yunus ve balina türlerinin zaten çok sosyal olduğu biliniyordu, kültüre de sahip oldukları bilimsel olarak kanıtlandı. Sanat ve yaratıcılığın ne kadarı beynin belirli bölgelerinin gelişmişliğiyle ne kadarı öğrenmeyle ilgili? İnsanlar neden sanat eserleri üretiyor? Yunusların beyni, davranışları ve yaşamlarıyla ilgili bildiklerimizin sanatla ilgili bu sorulara ne yanıt verdiğini bilmiyorum. Daha çok araştırma gerekiyorsa ve bu ancak tutsak yunuslarla yapılacak deneylerle ortaya çıkacaksa yavru yunusun bu hayranlık veren davranışını yapmak yerine özgür olmayı tercih edeceğini düşünebiliriz.

 

Biz de aslında hayvan olduğumuz için hayvanlardan çok farklı değiliz. Bizler gibi zeki bir memeli olan yunuslarla insanları karşılaştıracak olursak daha çok olumlu, hayranlık verici yanlarıyla bildiğimiz yunusların da “karanlık” yanları olduğunu hatırlamak önemli. Örneğin kendileriyle çiftleşmesini istedikleri dişinin başka erkekten olma yavrusunu öldürebiliyorlar (aslan gibi başka hayvanlarda da görülür). Küçük bir yunusa benzeyen muturları büyük olasılıkla avlanma yeteneklerini geliştirmek için havalara fırlatarak öldürüyor ama yemiyorlar. Diğer yandan ölen yavrularını günlerce başlarının üzerinde taşıyor, suya bırakmıyorlar. Yas benzeri bu davranış sırasında diğer yunuslar da bu anneleri yalnız bırakmıyor.

 

Genel olarak düşündüğümüzde de söz konusu hayvan olduğunda yaşamda kalma açısından doğal karşılanan “acımasız” davranışlar (birbirini yemek gibi) insan söz konusu olduğunda doğal karşılanmıyor. Bu nedenle hayvanlar romantikleştiriliyor, insanlara karşı da genel bir nefret duyulabiliyor.

 

Türlü insan faaliyetleri nedeniyle dünyadaki tüm canlılar yaşam savaşı verdiği ve bu yıkıma ancak insanlığın iyi yanlarının ya da iyi insanların son verebileceğini düşünürsek insanları ve hayvanları gerçekten tanımak, aralarındaki uzaklığın düşündüğümüz kadar çok olmadığını unutmamak gerek.

 

Son olarak biraz eşinden, daha doğrusu ait olduğu kabilenin sanata ve yaban hayatına bakışından bahseder misin?

Eşim bir Tlingit yerlisi. Mohikan gibi tanınan bir kabile ismi değil, oysa herkesin bildiği totemleri yapan birkaç kabileden biridir onlar.

 

Tlingitler, Güneydoğu Alaska’da, ılıman yağmur ormanında yaşıyor. Ağaçların çok uzun ve görkemli olduğu, bol yağışlı bu bölgede elbette filmlerdeki gibi çadırda değil ağaç evlerde yaşamışlar. Ormanı ayılarla, okyanusu balinalarla dolu bölgede doğayla iç içe yaşamışlar. Hayatta kalmak için doğanın değişimine, hayvanların davranışlarına dikkat etmişler. Geriye doğru gittikçe dünyanın her köşesindeki kültürlerin yaşadıkları çevreyle aralarında güçlü bir bağ olduğu gibi.

 

Örneğin ayıların ne yediğini gözlemleyerek toprağı eşeleyerek midye toplamayı, kunduzu gözlemleyerek ağaçları oymayı, dolayısıyla ağaçtan ev, kano yapmayı öğrenmişler. Tlingitler sözel geleneğe sahip. Doğayla bu iç içelik nedeniyle pek çok kültürel öyküde de hayvanların rolü büyük.

 

Tlingit kabilesinde klanların, hanelerin ismi de doğadan geliyor. Örneğin eşim Kuzgun-Koho somunu klanı, Balina hanesinden. Bu bir anlamda soy isimleri. Anaerkil oldukları için çocuklar annelerinin klanından sayılıyor.

 

 

Kuzgun Kuyruğu Kunduz Paravanı (Çam üzerine boyama) Jno Didrickson
Deseni çevreleyen siyah çizgiler kuzgunun kuyruğunu oluşturmaktadır. Kuyruğun içindeki ana desen gamalı kuyruğu ve 2 büyük dişi ile ayırt edebileceğiniz kunduzdur. Kunduzun her bir gözünün içinde, kuyruğunun yanlarında ise somon ve alabalık kafalarının deseni vardır.

 

 

Tahmin edileceği gibi Tlingitler için “sanat” günümüzdeki anlamı ifade etmiyordu. Kanolardan kaşığa, hiç bir oyma sanat eseri olarak yapılmamış. Her objenin bir işlevi varmış ve üzerlerindeki desenler ise onun kime, hangi klana olduğunu belirtir, kimi zaman da bir öyküyü anlatırmış.

 

Totemler de yine, tarihsel olayların ve kültürel öykülerin anlatılması; ölenlerin küllerinin saklanması, sözünü tutmayanların utandırılması gibi amaçlarla yapılmış. “Totem” Tlingit dilinde “iskarpela ile oyulan” demek. İskarpela bir oyma aleti. İşte anlamı, amacı bu kadar teknik ve basitken bu kültürleri araştırmadıkları için totemlere tapınıldığını zannetmişler. Eşimin kabilesinin adı olan ‘Tlingit’ ise onların dilinde ‘insan’ demek. Tüm bunlara rağmen, bu kültürlerle ilgili araştırma yapılmadığı, bu insanlarla iletişim kurulmadığı için genel olarak yerli halklar, doğayla ilişkileri romantikleştirilmiş.

 

Yerli halkların kültürlerinin araştırılmaması, hatta ne yazık ki onların aşağı görülmesi, yaban hayat bilimlerini de olumsuz, hatta utanılması gereken şekilde etkilemiş.

 

1973 gibi yakın bir tarihte ABD donanması dalış rehberinde orka balinasından “her fırsatta insanlara saldıracaktır” diye söz edilmiş. Genel olarak orkaların insanlara zarar vermedikleri ancak tutsak edilmelerinden sonra anlaşılmış oysa orkaların cirit attığı sularda kanolarla avlanan yerli halklar elbette bunu biliyorlarmış. Hatta Tlingitlerin orkaların insana zarar vermediğinden söz eden öyküleri bile var.

 

Orka maskesi, Jno Didrickson

 

“Xhooo” Tlingitçe, genel olarak, nefes verişte çıkan sesin adı. Bu adamın başının üzerindeki bir orka balinası yüzgeci var. Bu nedenle bu maske “orka balinasının yüzeye çıktığında nefes verişiyle çıkardığı ses”i temsil ediyor. Tlingit sanatında balinaların burun deliğinde sıklıkla bir insan yüzü resmediliyor. Nefes veren bir insan ağzı, balinanın nefes veren burnunu temsil ediyor. 

 

Özgür’ün kurucusu olduğu Dirimbilim (Biyoloji) Günlüğü isimli köşesi:

http://www.azizmsanat.org/category/dirimbilim-gunlugu/

 

Tlingit kültürüyle ilgili “Kuzgun Öykülerinden Yaratılar” isimli belgeselleri:

https://vimeo.com/16567451

 

Özgür’ün kanatlı balinalarla ilgili websitesi:

http://kanatlibalina.org

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ECİNNİLİK

YUna Aramızda
Una Aramızda

Kadına yönelik şiddetin hem kişisel hem de toplumsal bakış açılarında nasıl bir yol katettiğini anlatan bir manifesto onunkisi.

KÜLTÜR

YSalgında Değişen Mekansal Algılarımız
Salgında Değişen Mekansal Algılarımız

İnsanın yokluğu mimari algılarımızı etkiliyor mu?

SANAT

YEdebiyatın Cadıları
Edebiyatın Cadıları

Dünyanın her yerinden, kimisini ezbere bildiğimiz, kimisini hiç duymadığımız otuz kadar edebi cadı var bu kitapta.

Bir de bunlar var

Sömürgecinin Dilini Konuşmak Kendininkini Reddetmek Anlamına Geldiğinde
Genç Şarkıcıdan Samimi Bir Soru: Barbi misiniz?
Eğlenmenin etiği, ya da eğlenceyi buldun da etiğini mi arıyorsun?

Pin It on Pinterest