Agnes Richter, 1890’larda Avusturya’da bir akıl hastanesine kendi rızası dışında kapatılmış bir kadın. Şizofreni teşhisiyle ömrünün sonuna, 1914’e dek burada kalıyor. Agnes Richter’den geriye kalan tek bir eşya var: Yukarıda fotoğrafını gördüğünüz üzeri işli bir ceket.
Eğitimli bir terzi, hayatını bu yolla kazanan bir kadın olan Agnes, hastanede hastalar için kullanılan kalın ketenden yapılma üniforma parçalarından kendisine bu ceketi dikiyor. Minik bir kadın bedeni için dikilmiş bu ceketin iç, dış tarafı ilk bakışta anlaşılmıyor. Yalnız ceketin bir tarafında, belki Agnes’in sırtına değdiği için gözle görünür bir yıpranma var. Yakası kahverengi bir kumaşla çerçevelenmiş ve ceketin heryerinde tutarlı bir rastgelelikle işlenmiş kelimeler var. Beş değişik renkte yazılmış/işlenmiş bu kelimeler tam okunmuyor. Okunabilenlerin çoğu bir anlama gelmiyor. Kullandığı harfler, 19. yüzyıla gelene dek kullanımı çoktan bırakılmış eski bir Almanca yazı stiline ait, fakat bu stilin uzmanlarının bile okuyamadığı kelimeler var. Ceket şu anda Heidelberg’de bir müzede nadiren sergileniyor, tehlikeli bir biçimde eskidiğinden çoğunlukla kadife bir kutuda muhafaza ediliyor.
Peki nasıl oluyor da bu ceket günümüze kadar, üstelik de kısmen hikayesiyle ulaşabiliyor? Agnes Richter’i bizzat tedavi edip etmediği belli olmayan Alman bir psikiyatrist sayesinde: Hans Prizhorn doktorluğun yanı sıra, aynı zamanda eğitimli bir sanat tarihçisi ve kariyerinin bir yerinde tedavi sürecindeki insanların ürettikleri malzemeyle ilgilenmeye başlayıp, işi de toplayıcılığa döküyor. Kısa bir süre içinde hem kendi hastalarından, hem etraftan toplanan 5000’e yakın sanatsal anlam, değer taşıyan nesne bir araya geliyor. Bunların içinde bol bol resim, kısmen heykel ve bir de ceket var. Prizhorn’un yaptığı bu iş sanatsal üretimin tarihinde yeni bir sayfa açmak aslında. Oluşturduğu koleksiyon, “resmi,” sanat eğitiminden geçmemiş ve genel kabul görmeyen sanat üretimini işaret ederek ortaya çıkan outsider art (dışarlıklı sanat*) akımının başlangıcı kabul ediliyor. Bu geniş koleksiyonu edinince Prizhorn tecrübelerini yansıttığı bir de kitap yayınlıyor 1921’de: Akıl Hastalarının Sanat Yeteneği. Kitap, koleksiyonun toparlanmasına ve meseleye nasıl yaklaşmak gerektiğine dair notlar ve 10 erkek hastanın üretimleriyle ilgili analizlerden oluşuyor. Agnes Richter’in adı kitapta hiç geçmiyor.
Richter’in ceketi hangi koşullarda, nasıl diktiği meçhul. Bilinen, yaşadığı dönemde akıl hastanelerinde kalanlara kalem, kağıt verilmediği. Çok özellikli bir hünere sahip bu kadının dikiş dikmesinde, iğneyle çalışmasında bir sakınca görülmemiş anlaşılan. Kimine göre cekette yazanlar, anlaşılır, anlaşılmaz kelimeleriyle aslında Agnes’in günlüğü. Kimine göre de ceket otobiyografik bir çalışma. Başı sonu belli olmayan yüzlerce kelime içinden bazılarını okumak uzun uğraşlar sonucu mümkün olabilmiş: Ben, benim, benim beyaz çoraplarım, Hubersturgburg’tayım, zemin kat, çocuk, kız kardeş, aşçı kelimeleri ceketin dışında okunabilen kelimeler. İç tarafında 1894, ben, bugün, kadın kelimeleri seçilebiliyor. Bazı kelimelerin okunamamasının sebebi, üzerlerinden defalarca, defalarca geçilmiş, onların ısrarlı bir biçimde yeniden yeniden işlenmiş olması.
Temsil gücü bu denli yüksek bu ceket karşısında tabi sadece biz değil, pek çok kişi şaşkına dönüyor ve aslında burada teknik ve bilinmesi lazım gelen bir tartışma var. Adı Gail Hornstein olan bir psikolog, Agnes Richter’in ceketi bahanesiyle bir kitap yayınlıyor 2009’da: Agnes’s Jacket: A Psychologist’s Search for the Meaning of Madness. (Agnes’in Ceketi: Bir Psikologun Deliliğin Anlamını Arayışı) Bütün kitap, akıl hastalıkları ile uğraşanların, bunu meslek edinmişlerin hastalarla kurduğu dolaylı ilişki hakkında. Hornstein, meslektaşlarını kıyasıya eleştirerek, insan aklında olup bitenleri anlamanın yolunun beyin görüntülerine bakmaktan, ya da sadece profesyonellerin görüşlerini dikkate almaktan geçmediğini savunuyor hararetle. Hornstein, hastaların ana dillerini anlayıp, onu tercüme etmeden varılan sonuçların yanıltıcı olduğunu öne sürüyor. Agnes’in ceketi işte bu anadilin ta kendisi.
Bir an için, bir akıl hastanesinin yemekhanesinde yüzlerce kişi arasında, üzerinde bu ceketle dolanan bir kadın hayal edin. Ceketi, süsleri, yakası, üzerinde nişan gibi taşıdığı kelimeleri ile kimbilir nasıl görünüyordu? Ya da belki fark edilmiyordu hiç! Bu ceketin sanattan sayılıp sayılmayacağı tartışması da bir yandan hala devam ediyor. Bence bu tartışma derhal bitmeli, tabi ki de sanat bu! Zanaat sahibi bir kadının bildiği tek bir yolda yürüyerek, hayatı, varlığıyla ilgili bu denli çarpıcı bir iz bırakabilmiş olmasını da, bu tartışmadan ayırmak gerekiyor. Bütün hikayesi bir yana, ceket kendi başına da çok güzel değil mi?
*Outsider kelimesini “dışarlıklı” olarak çevirerek, Türkçe’de bu akım için halihazırda bulunmuş bir karşılığı tahrif etmiş olabilirim.
Yazının görüntülerini şu adresten aldım.
Hans Prizhorn’un Heidelberg’deki müzesi.
Gail Hornstein’in katıldığı bir radyo programı şurada. Yazıdaki bilgileri çoğunlukla onun yazıda adı geçen kitabından derledim.
Burada da Agnes’in ceketinden çok etkilenen birinin Tracey Emin’e naziresi var. Diyor ki: “Çatla da patla Tracey.” Çok hak verdiğim için, eklemeden edemedim.
Depo-Akıl Hastanesinde Hayat Belgeseliyle ilgili röportajı okumuş muydunuz?