Candy White: Bugünlerde 38 yaşlarında, kendisine miras kalan bir İskoç şatosunda emekli maaşıyla kuduz rakunları ve sincapları besliyor. Bugün bile hala hep iyilikten kaybediyor.
Şeker Kız Candy (Candy Candy) yayına girdiğinde senelerden 1975’miş canım 5Harfliler! 12 Eylül sonrasında yayınına ara mı verildi, her ne olduysa, bizim kuşak sanırım tekrarlarına yetişti. Böylelikle çocuklukta izlenen çizgifilmlerin bahsi açıldığında, kendimizden 10 yaş büyüklerle de konuşacak bir şeyler bulmuş olduk.
En az üç kuşağı salya sümük duygusallığıyla sakat bırakan bu küçük ama dev yapım, Candy’nin yetimhanede başlayan yolculuğunu konu alıyor ve toplam 115 bölüm boyunca insana sıkıntıdan kalp krizi geçirttirebilecek tantanayı vaadediyor.
90’ların ilk yarısını çocuk formatında atlatanlar, o dönemki televizyon yayınına bi’ takıldılarsa muhtemelen bir daha normalize olamadılar. (Bulabildiği azıcık televizyon yayınında Ferdi Tayfur + Gökhan Güney + Küçük Emrah kokteyli ile kendisinden geçenler oldu. İkinci yarıda ise okul servisinde İbrahim Erkal’a yanık yanık eşlik edenler oldu, biliyorum. Gelin itiraf edelim, herkes arabeskten payını aldı biraz, şimdi artistlik etmenin lüzumu yok. Gündüz kuşağında verem olup yataklara düşen Hülya Koçyiğit’i kaç kere izlediniz, yalan söylemeyin vallahi taş olursunuz.)
Candy ile ilk sınanışım, tam olarak hangi seneye düşüyor pek çıkaramıyorum. (Yetimhaneli bölümleri izlerken bayağı küçüğüm, o net. Sonra ne olduğu ise muamma. Muhtemelen yayından kalkıyor bir süreliğine, yeniden başlıyor. Ne zaman, kim yayınladı bir fikrim yok.) İkinci raunda ortaokulda yetiştiğimden eminim sadece- O dönem evde gelgitli bir televizyon yayınımız var, Candy’i izlemek bana sınıfımdaki kızlar kadar nasip olmuyor. Olayları sabahleyin arkadaşlardan dinliyor, bazı günler de sanki izlemişim gibi ayak yapıyorum. Kimi zaman “Ağlak Japonları mı izliyosun? Ver, ben haber izleyeyim” diye babam kumandayı elimden kapıyor, kimi zaman anneannemin başka kanalda pembe dizi izleyesi oluyor: Ekmeğini yemek bir türlü kısmet olmuyor işte.
Yüzlerce çocuğu “Güldürmedin, hep ağlattın / Derdi bana sen tattırdın” çukuruna iteleyen Şeker Kız’ın konusundan biraz bahsedelim. Aşağıya özet geçiyorum ki maziye dönücem derken hayattan soğumayın. Ben ağlarım ikimizin yerine…
***
Sinopsis (…vaay.):
Candy aymazın tekidir. Yetimhanede ona buna durduk yere iyilik ederek barınmaktadır. Sonra çok zengin bir aile en iyi arkadaşı Annie’yi evlat edinir. Candy de üzüntüsünü (bizim Ayşecik skalasında pasif hislilik, iç ses ile dert yanmacılık, vay canım tepelere gidip ağaç altında ağlamacılık) belli etmeden etrafa pis pis neşe saçmaya devam eder.
(Detay bilgi: aslında o evlat edinilicektir de sırf arkadaşını bırakmak istemediğinden evlat edinilmezden gelir. Çünkü kalbi Annie’yi unutacak kadar adi ise, elleri onu söküp atacak kadar asildir. Annie de asil gibidir ama evlat edinilince sanki Silivri’ye donla yüzmeye gidecekmiş gibi arkasına bile bakmadan, pervasızca gider. Sıfır düşünce, sıfır duyarlılık.)
Sonra en az Annie’yi evlat edinen aile kadar zengin bir aile, Candy’i evlat edinir. Bu aile zengin olduğu kadar şerefsizdir de. Candy’nin edilgenliğin sınırlarını zorlayacağı yolculuğu bu noktada başlar. (Çabuk başladı dikkat edersen.)
Buraya kadar anlatmışken, Anthony’den de bahsedelim. Kelimenin her anlamıyla beyaz atlı prens. (Beyaz atı var, prens.) Yalnız bunların alayı aslında Japon, Anthony niye, Eliza kim falan diye bana gelmeyin- düşündükçe kulaklarım uğulduyor.
Objet petit Anthony, Candy’nin ilk aşkı olup, onu her tür bataktan kurtaran (sözgelimi, aristokrattan geçilmeyen partilere donla değil de acayip pahalı kıyafetlerle gitmesini sağlamak gibi) bir figür. Zaten belli bir süre sonra Anthony’nin ailesi Candy’i evlat ediniyor: çünkü onlar daha zengin, çünkü en mantıklı olan da bu.
Küçük besleme sahnelerine doyamadıysanız üzülmeyin, bu saadet çok sürmüyor.
Vaktiyle bu ansız ölümle sarsılmış bütün minik yürekler için gelsin:
Velhasıl, Anthony ölünce bir süre dost yardımları ile ayakta kalıyoruz, sınıfta birbirimize sarıla sarıla ağlıyoruz. Ya da ben yalan söylüyorum. Candy bağrını dövüyor, çok asabı bozuk. Aile onu elimin köründe bir yerlere, yatılı okula yolluyor. Yatılı okul da düşeslik.. konteslik.. majestelik… mi ne, öyle acayip bir şeyin okulu. “O ÖYLE YENMEZ, BÖYLE YENİR”in gümüş çatallı, altın bıçaklı eğitimi verilecek.
Burda hiç anlamadığım, hiçbir zaman da anlamayacağım şey ise, Candy dışındaki karakterlerin neden değişmediği. (Yani farklı renkte boyan mı bitti, eski personelin orda işi ne. Kadroyu dağıtmayalım diye oyunculara dönüşümlü olarak birbirini şeyaptıran Amerikan gençlik dramaları gibi, karakterlerde insanın sabrını zorlayan bir kısırlık var.)
Moralimizi bozmuyoruz, çünkü Eliza bütün yılışıkça iyiliklerin kafasına tokmağını indirmeye gelmiş. Soyluluğuyla eziyor, şirretliğiyle gönül çeliyor. Yegane talihsizliği Candy’nin asfaltta erimiş sakız gibi insanın tabanına yapışan iyiliği. Bütün oğlanlar gene Candy’e hasta.
Beyaz atlı prensin yerine kadroya it kopuk cinsinden bir arkadaşımız dahil oluyor. Ergenliğe girdiğimize göre, biraz da kötü çocukların dibini sıyıralım diye düşünülmüş olabilir. Ne yazık ki Terry’nin kötü çocukluğu içkisinden, kumarından ibaret. Bir de apaçi gibi yakasını kaldırıp geziyor, o kadar.
Terry, Candy’nin o uçarıvebirokadardaafacan hallerine tav oluyor, içkiyi kumarı bırakıp panayır hayvanı gibi ortalarda dolanmaya başlıyor.
En önemli bölümü kaçırınca kadere isyan edip Candy’i izlemeyi bıraktığım için, ilerleyen bölümlerde ne olduğunu tam bilemiyorum. Ama sizi ortada bırakacak değilim canım 5Harflilerim. Bahçelerden gül derer gibi görsel derledim, aşağıya bıraktım:
“Eee, şimdi artık yalnızım, Candy yok. Çocuğumu kendi imkanlarımla nasıl aptal edebilirim?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Bence televizyonu biraz açık bıraksanız yeter ama, isterseniz bıngıldağının üstüne düşürmeyi veya kafasına kürekle vurmayı deneyebilirsiniz. (Karikatürize iyi ve dallamaca kötü karakterleri aynı potada eriten, yiğidin harman olduğu bir sürü bir sürü yerli dizimiz var aslında. Gün olur, onları da sizin için derleriz.)
Cüce yetiştiriciliği hususunda asla unutulmaması gereken şey ise ergenliğin Japon icadı olduğudur. Evladınız kazara ergenliğe girebilir, ayağınızı denk almalısınız. Gerçi ben ne anlarım, o da var. Ebru Gündeş falan dinletin, nasiplensin yavrucak: